Ağustos 20, 2009

YAPRAK YETİŞTİRMEK v DOMATES YETİŞTİRMEK

Bu yıl dördüncü yılımız evde pembe domates serüveninde, hala öğrenecek o kadar çok şey var ki...
Geçen gün Zeynep, Twitter kanalıyla bir bağlantı yolladı... "Girişimci bir ruh"! taşıdığı çok açık bir zat, dedesinin olağanüstü büyüklükte ve sayıda domatesleri nasıl yetiştirdiğinin sırrını bir "e-kitap" formatında satmak için harekete geçmiş... Arada verdiği bilgilerden işin sırrının "budama"da olduğu anlaşılıyordu. Biraz kurcalayınca bu konuda pek çok yeni kaynak bulduk.
İşin komiği bunca yıldır biz "budama" dendiğinde "koltuk alma", toprağa en yakın, ilk çiçekli dalın altındaki dallardan "feragat" edebilme ve kuruyup "arızalanan" yaprakları temizlemeden öteye gitmemiştik. Hatta "tepe uçurma"ya bile sakınarak bakmıştık.
Eh çoğumuzun bir çekirdekten fide yetiştirmesi, fideden domates bitkine varması, "hayatta ilk kez" olduğundan, bırakın dalları, tek bir yaprak bile bizim için çok değerli idi. (İletişim grubumuzdaki eski mesajlar bir taranacak olsa, tek bir yaprakta görülen herhangi bir değişim için paniğe düşüldüğünü gösteren onlarca mesaj bulunur! Mamafih bir keresinde bir üyemiz "yoksa ben sadece yaprak mı yetiştiriyorum, nerede meyvalar" diye yazdığında bir sessizlik de yaşanmamış değil hani... )

Şimdi budama konusuna geri dönersek, "üçlü zigzag" tekniği diye adlandırılan bir yöntem bulduk. Sadece en alttakileri değil, her çiçekli dalın altında bulunan üç dalı, bir sağdan, bir soldan sayarak kesip atıyorsunuz! Böylece enerji çiçeklere yani meyvaya yönleniyor.
Biz balkon pembelerine bunu uyguladık. İlk gözlem; hala çiçek aşamasında olan üst dallardaki arılar oldu... Bu şehirde arıların da kafileler halinde dolaşmadığı gözönüne alınırsa "şimdi herhalde çiçekleri daha kolay buldular" diye düşündük. İkinci gözlem: alt dallardaki iki domates sanki birden büyüdü, tombullaştı...
Tabii şunu unutmamak gerek, saksıdaki ile bahçe ya da tarladakilerin büyüklüğü asla aynı olmuyor. Ne kadar büyük saksı kullanılsa bile...

Bir diğer kaynakta da üç beş değil, üzerinde çiçek ya da meyva bulunan dallar hariç, çiçek açmayanların tamamen budanması öneriliyordu. Şurada bunu videodan izleyebilirsiniz:
How to Prune a Tomato Plant (powered by eHow.com).

Ağustos 16, 2009

"AĞUSTOS'UN YARISI YAZ, YARISI KIŞ" DENSE DE



Özellikle İstanbul iklimi için "Ağustos'un yarısı yaz, yarısı kış" denirdi... Son yıllarda tanık olduğumuz iklim değişikliği bu söylemi anlamsız kıldı... Gene de İstanbul'un ışıkları, esintileri, renkleri ve sağda solda ve balkonlarda yavaş yavaş kuruyan yapraklar, kışı olmasa bile "ben buradayım, kapıdayım!" diyen sonbaharı haber veriyor... Bu arada bizim balkon ve hatta balkona sığamayan ev pembeleri harıl harıl meyva verip renk değiştirme telaşına kapıldı...
Bu yıl biz "balkondan ne kadar pembe elde edeceğiz acaba?" gibi bir konuyu neredeyse hiç gündeme almadık. "Ne kadar verirlerse o kadar"a razı olduk (Bir alttaki içeriği giren yeğenimiz Zeynep -ki patenti ona ait evde boğazlama tekniği için de çok olumlu mesajlar gelmekte- ile fideleri paylaşmış, asıl gelişmeyi onun bahçesindekilere terketmiş idik)... Buna karşılık bütün dikkatimiz PDA içindeki gelişmelerde idi.
Özellikle bu serüvene yeni başlayanlar önce inanılmaz bir telaşa kapılıyor, pembelerin her halinden evhamlanıp denemelerinin başarısızlıkla sonuçlanacağını düşünüyorlardı. Bu ruh durumunu sezen pembeler de sinameki bebekler gibi sorun üstüne sorun çıkarıyor, zaten olumsuz olan dış koşullar da tabloyu iyice açmaza sokuyordu.
Sonra havalar birazcık serinleyince ilk meyvalar ortaya çıktı... Bizim tohumlardan çıkan ilk pembelerin kimilerinin altında kararmalar olur. (kalsiyum azlığı). Bu kez bundan dolayı da evhamlanmalara tanık olduk. Oysa böyle olanlar yavaşça koparılıp ortadan kaldırılır ve arkadan sağlıklı yavrularla yola devam edilir. Neyse grup içinde öyle sağlıklı bir iletişim var ki ve bu bilgiler o kadar kısa süre içinde ve etkin bir biçimde paylaşılıyor ki bize düşen genellikle bu durumu sükunetle izlemek oluyor...

PDA Üye web günlükleri artıyor, buna çok seviniyoruz. Önemli ölçüde üyemiz az ya da çok ürün almayı başardı, bu daha da sevindirici. Ama asıl önemlisi Türkiye artık pembe domatesi öğrendi... Daha doğrusu varlığını farketti ve onu aramaya başladı... "Yaz bitmeden ne yemeli?" sorularına verilen yanıtlar içinde eskiden esamesi bile okunmayan pembe domates ağırlıklı olarak yer alıyor. Bu iyi mi kötü mü? Hem iyi hem değil. İyi, çünkü biz de bunu amaçlıyorduk zaten... Kötü, çünkü bu bir furya haline dönüşürse pembe domatesi endüstriyel hale getirip rant elde etmek isteyenlerin de iştahı kamçılanıyor...

Tohumlarımıza sıkı sıkı sahip çıkalım dostlar!

Not: Bu arada pembe domatesi bol olanlar evde onları nasıl değerlendirebilecekleri konusunda Ekim 2006 arşivinden yararlanabilir...

Ağustos 15, 2009

GDO'YA HAYIR PLATFORMU

GDO'YA HAYIR PLATFORMU
İzleyip, katılmak gerek...

Ağustos 10, 2009

Çamlıca'dan haberler




Uzuunca bir süredir hem saksıdan toprağa terfi ettiğimiz için, hem de aramıza bazı yabancı "parisien" cherry dostlar kabul ettiğimiz için mahçuptuk, Çamlıca'dan haber yollamıyorduk :) Bir yandan da, Tansuğlar çok sevgili halamız ve eniştemiz olduğundan, kendi aramızda yazışıp durmayalım, bırakalım da PDA grubu, pemdomlarımız gibi nazlı fakat emin adımlarla büyüsün, kendi hikayelerini üretsin diye düşündük... Bizim PDA maceramız, 2006 baharında Avniye Halamız, bir kasa dolusu fideyi getirip "bunları dikin ve büyütün" diye adeta ulvi bir mesajla önümüze koyduğunda ve bizim de filmlerde sepet içinde bebek bulmuş karakterler gibi onlara dört elle sarıldığımızda başladı. Aradan geçen üç yıl boyunca, her mevsim yeniden, sessiz ve derinden PDA tutkumuzu sadakatle sürdürdük. Fakat söyleyin... Var mı bizim pembelerin tadı ve kokusu başka yerde? Yok! Buyrun bu fotoğraflar da dün çekildi... Nispet olsun diye yanına çarşıdan alınmış bir numune de koyduk. Bizim pembede tatlı bir koku, kokulu bir tat, bol et, az çekirdek, diğerinin hali ise malumunuz... Halası, iyi ki bizi de PDAcı yaptın :))) Not: Merak edenleriniz için buyrun bizim ilk linkler: madem tarlamız, bahçemiz yok..., mutluyuz, guruluyuz, bizi de bekleyin, pembe mikro-ekolojinin son misafirleri, avcılar, balıkçılar ve şimdi de..., artık toplanma zamanıdır.



Ağustos 09, 2009

AĞUSTOS, İKİBİNDOKUZ ve İKİBİDOKSANDOKUZ...


PDA İzmir'den üyemiz Sayın Erkan Yiğit'in web günlüğüne girdiği son içerikte, son yaptığı hasada ilişkin şu fotoğrafa bakın... Süzgeç içindeki çekirdekler de PDA İzmir Koordinatörlerimizden Sayın Nail Sarı'nın web günlüğünden... "Gözlerimin önünde domates çekirdekleri uçuşuyor" demiş...

Çok güzel değil mi?

"Çiçekleri dökülüyor, ne zaman pembelerimi göreceğim" diyen pekçok üyemizden artık pek ses çıkmıyor. Ya havaların birazcık serinlemesiyle birlikte çiçekler dökülmekten artık vazgeçti, bizim balkondakiler gibi meyvaya dönüştü, o yüzden sesleri çıkmıyor ya da küsüp uğraşmaktan vazgeçtiler...
Vazgeçmeyin! Çünkü elimizdeki doğal tohumlar, kendilerini küresel iklim değişikliklerine ancak böyle uyarlıyorlar. Bir sonraki yılın çekirdeklerinde, bu yılın koşullarını beğenmeyip, çiçeklerini dökerek türlerini savunmaya geçen pembelerin bu bilgileri de kayıtlı olacak... Nail Bey'in süzgecindeki görünmeyen bilgilerin, geçen yıl aldıklarından farklı olduğu gibi tıpkı...

Şu sıralar PDA üyelerinin çoğunun üzerinde hararetle tartıştığı "organik gıda nedir ne değildir" konusunda yayınladığı bir raporundan sonra "New Scientist" dergisi yeni bir iklim raporu yayınlamış ve 2099'da yerküredeki canlıların yüzde doksanının ortadan kalkacağını belirtmiş...
Gene de doğal olan ne kaldıysa onu korumaktan vazgeçmemeliyiz...

Ağustos 02, 2009

Bugünkü AKŞAM'dan:

Gökten üç pembe domates düştü 1500 kişi paylaştı

Üç hediye domatesle başlayan bir hikayenin sonunda bugün 1500'ü aşkın kişi balkonlarında ve bahçelerinde pembe domates yetiştiriyor, deneyimlerini blog'larında paylaşıyor. Pembe Domates Ağı size de yakın...

Temmuz 01, 2009

1 TEMMUZ 2009'DA DURUM

İşte korkulan oldu!
Pembeler meyvaya duramıyorlar bir türlü bu yaz... Bu yüzden PDA üyelerinden çoğu tedirgin...
Tıpkı 2007 yazında olduğu gibi bir başlangıç bu...
O zaman da aynı sorunla karşılaşılmıştı.
Bu duruma yol açabilecek nedenlerin başında "mevsim normallerinin anormalleşmesi" ya da daha yaygın deyişle "küresel ısınma" geliyordu. Ama bir türlü bu açıklamadan tatmin olamayanlar için Internet'i kazımış, sonunda çok ilginç bir şeyle karşılaşmıştık:
Gergin yetiştirici ve dökülen çiçekler ilişkisi!

Özellikle evde pembe domates serüvenine ilk kez bu yıl başlamış olan PDA'lıların yukardaki linki tıklamalarını hararetle tavsiye ediyoruz... Çünkü TR ve İNG açıklamaların arkasından umutlu ve işe yarar içerik de bulacaklar yukarıda...

2007 Temmuz'unda, "sonra ne oldu?"yu merak edenler, Temmuz 2007 Arşivi'ne de göz atıp, biraz daha rahatlayabilirler...

Bu arada bugün sevgili üyemiz Ayten Yıldırım'ın bu konuda gruba gönderdiği mesaja bayıldık.
Ne kadar güzel özetlemiş olanı biteni;

"Tabii, artık hepimiz bu nazendenin neden neslinin tehlikede olduğunu da anladık :) "

Ve ne güzel eklemiş:

"Eeeeeee, o nazlıysa biz de inatçıyız, huyunu suyunu en ince detayına kadar öğrenip mutlaka en güzel pembeleri yetiştireceğiz ::))"

İşte budur!

Haziran 03, 2009

HAZİRAN GÜNEŞİ...

Şimdiye kadar herşey iyi gitti, bundan sonra da umuyoruz böyle gitsin...

Mart-Mayıs arası PDA içinde "tohumdan fideye, fideden saksıya" sürecinin telaşesi yaşandı...

Çimlendirme için son derece yaratıcı çözümler geliştirenler, fidelerinin her hareketini dikkatle izleyenler, ilk çiçeklerini görenler, ilk böceklerinden evhamlananlar...

Şimdi saksı zamanı...
Hep söylendiği gibi; saksı boyutundan ödün verilmemeli. Tabii yer konusunda kısıtlama yok ise... Saksılara toprak ağzına kadar doldurulmamalı. En az 3 kere "boğazlama" yapılacağı hatırda tutulmalı...

Rastgele!
:)

Mayıs 26, 2009

DOMATES BAKIMI HAKKINDA

Güzel bir video...
"Ayışığı"na teşekkürler!

Mayıs 24, 2009

TOHUMCULUK YASASI ve "BİTKİ GENETİK KAYNAKLARININ KAYIT ALTINA ALINMASI HAKKINDA YÖNETMELİK" TASARISI HAKKINDA PDA GÖRÜŞÜ

Bizler "Pembe Domates Ağı" (PDA) üyeleri olarak;

Başta; Anadolu'nun en değerli ve en has ürünlerinden olan, yok olmasını önlemek ve daha önceleri olduğu gibi, günümüzde de kuşaktan kuşağa aktarılan "doğal döngüsünü sürdürmek" amacıyla "Evladiyelik ('Heirloom') Pembe Domates"in 4 yıldır yeniden üretilmesine çalışmaktayız. Bizler profesyonel tarım uzmanları, tarıma dayalı ticaret erbabı ya da çiftçi değiliz. Bizler, geniş bahçeleri olmasa da balkonlarda ve saksılarda "kentte tarım" yapılabileceğini gören ve bunu deneyerek başarmış, İnternet üzerinden iletişim kurarak bir toplumsal ağ kurmuş, duyarlı kentlileriz. İçimizde az sayıda olsa da Pembe Domatesi bahçe ve tarlasında yetiştirenler de var. Bir rastlantı sonucu fark ettiğimiz ve balkonda yetiştirdiğimiz ilk doğal pembe domateslerin tohumlarını da kendi aramızda ve "karşılıksız paylaşarak aynı yöntemlerle sürdürülmesi koşuluyla" neredeyse tüm Türkiye'ye yaymış bulunuyoruz.

Amerika Birleşik Devletleri, İtalya, İsveç, Bulgaristan, Rusya ve daha birçok ülkede lezzeti ve bozulmamış niteliği nedeniyle yüksek değere sahip olan Pembe Domates, tohum paylaşımı sayesinde, kendi yeniden topraklarında değer kazanmış önemli bir tarım ürünüdür. Özellikle "Heirloom" yani genetiği ile oynanmamış, doğal tarımla üretilen ve kuşaktan kuşağa aktarılan tohumlar, endüstriyel tohumlara nazaran kat be kat değerlidir.

Ülkemizde tıpkı Pembe Domates gibi çeşitliliği ve değeri çok yüksek olan 3 bin'den fazla “endemik”; “kendine has”, tarımsal bitki türü ya yok olmuş, ya da yok olmağa mahkûm durumdadır.

Yüzyıllardan bugüne, hiçbir bozulmaya uğramadan çiftçilerin çabalarıyla tarımda "üretilebilirliğini" sürdürmüş bitkilerimizin yok olma fermanı sayılan "TOHUMCULUK YASASI"nın 2011'den itibaren yürürlüğe sokacağı 5. Maddesi ancak 'kayıt altına alınmış tohumların' ekimine olanak tanıyacak. Tohumuna patent alamayan çiftçiler ise, tekel durumundaki uluslararası şirketlerin insafına terk edilecek. 2011'den itibaren kayıt altına alınmamış tohumluklarını satan köylüler, ağır para cezasına çarptırılacak ve el konulan ürünler imha edilecek. Böylece Anadolu'nun zengin türleri doğallığını yitirecek.
Bu gidişe “dur” demek gelecek kuşaklara karşı en büyük sorumluluğumuzdur.

Ayrıca, şu sıralar tartışılmakta olan ve yürürlükteki 31/10/2006 tarih ve 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu'na dayanılarak çıkarılması planlanan "Bitki Genetik Kaynaklarının Kayıt Altına Alınması Hakkında Yönetmelik" taslağında yer alan, "Tohumların Kayıt Altına Alınması" koşulu, bu ülkenin tarımına vurulabilecek büyük bir darbe niteliğindedir. Çünkü tohumunu kayıt altına aldırmayan çiftçinin kaderi, "ıslah yetkisi"ni elinde bulundurarak, tohumculuk alanında faaliyet gösteren, çoğunluğu yabancılara ait şirketlere terk edilmektedir. Yönetmelik, doğal türler üzerinde bireysel hak sahipliği mekanizmasının önünü açmaktadır. Oysa yerel ve doğal türler, binlerce yıl kuşaktan kuşağa devredilen "geleneksel ıslah çalışmaları" sonucu ortaya çıkmış, küçük çiftçilerin ortak emeğinin sonucu gelişmiş tohumlardır.

Bu topraklarda yüzyıllardır, insan emeğiyle tamamen doğal ortamında oluşan evladiyelik tohum ve çeşitliliğini, "kayıt" ve "patent" zorunluluklarıyla yok edecek bu yasanın ve keza mevcut kanuna bağlı olarak çıkarılacak "Bitki Genetik Kaynaklarının Kayıt Altına Alınması Hakkında Yönetmelik"in yeniden, uzman kurullar tarafından ve tüm kamuoyu önünde açıkça tartışmaya açılmasını istiyoruz.

Mayıs 17, 2009

SICAK HAVALARA DİKKAT...

Mayıs'ın ikinci yarısı yaz birden bastırdı... İstanbul'da 27, 28 derecelerden sözedilmesine rağmen sanki 30'un üzeri gibi hava... Bu da PDA'cıların fidelere çok dikkat etmesi gerektiği anlamına geliyor... (Eski üyelerimiz bundan sonrasını okumasa da olur!) Geniş alanları olan kimi üyelerimiz çoktan çiçekleri gördüler bile... Ama ya kent tarımcıları ya da balkon bahçıvanları; siz (biz de) fidelerinizin gövde çapı bir kurşun kaleminkine ulaşmadan saksılara alıp güneşe atmayın... Gerekirse ikinci hatta üçüncü bir şaşırtma yaparak topraklarını çoğaltın, uzayan gövdeleri topraklayın... Acele etmeyin... (Aynı uyarıyı geçen Mayıs'ta da yapmışız nitekim!) Bunu yaparken plastik kaplara pek iltifat etmeseniz daha iyi olur... Balkonlarda arıları davet etmesi için lavanta, örümcekleri halletmesi için de kadife çiçeği bulundurmak işe yarıyor, tecrübeyle sabit! Ama ne olursa olsun rahat olun, gergin olmayın...

Bu 19 Mayıs, PDA'nın da dört yaşına bastığı gün olacak... 2006'da ilk deneyimimizi saksılarına taşıma işini bir 19 Mayıs'ta tamamlamıştık... Sonraki yıllarda herşey küresel iklim değişikliklerine paralel sürdü... Bir önceki yaz bütün dünya ile birlikte Türkiye'de de sebze ve meyvalar aşırı sıcaklardan olumsuz etkilendiler... Bizim sarı çiçekli pembeler de sürekli çiçek açtı, çiçek döktü... Taa Ekim'lerde Kasım'larda, o da tek tük meyvalar görebildik... Ama gördük!
Geçen yaz daha iyi sonuçlar alındı... Bu yaz da durum idare edilebilirse pek sevineceğiz...

Bu arada önemli bir ricamız var: Fide paylaşmak için Google gruplardaki PDA ana sayfasında iki özel liste yayına girdi, vermek ve almak isteyenler için... Bu amaçla gruba mesaj yollamak yerine bu listeleri kullanırsak daha güvenli bir ve etkin bir iletişim olacak...

Mayıs 03, 2009

MAYIS'A GİRERKEN...

2009 Mayıs'ına girdik bile. Bu yılın Mayıs'ı üyelerimizden gelen çok sevindirici haberlerle başladı. Karavana'lar ilk tomurcukları görmüş bile. İzmir zaten aldı başını gidiyordu!
Bandırma, Birol Ketenci, her zamanki gibi yararlı bilgileri paylaşmayı sürdürüyor. Son olarak girdiği "Şaşırtma" konusundaki içeriğinin bilimsellik dozu hepimizi şaşırtacak kadar yüksek... İstanbul, "Ayşe'nin Pembeleri", Datça'dan bize taze taze kırsal kesim tavsiyeleri taşıyor... "Ortak Web Günlüğü" ve bütün kişisel üye web günlüklerinde her gün yeni bir haber, işe yarar içerik çıkması bizi çok sevindiriyor... Umarız bu mevsim gidişat hep böyle olur...

Terzi söküğünü dikemez misali, biz de bu mevsim çimlendirdiğimiz tohumları daha yeni şaşırtabildik...

Nisan 25, 2009

"SU", "DOMATES" ve EKVADOR'UN YENİ ANAYASASI...

Ömer MADRA'nın "Su(suzluk)" başlıklı yazısından:



...Sanal Su

Dünya yüzünde çeşitli ürünlerin üretim ve imalatında kullanılan suya, konunun uzmanlarından Tony Allan’ın buluşuyla ‘sanal su’ adı verilmektedir. Yani, bir limanda doklara yanaşan şilepteki bir ton buğday, onun yetiştirilmesinde kullanılmış bin tonluk suyu içinde sanal olarak barındırmaktadır. Dünyadaki sanal su ticaretinin yaklaşık yirmi Nil nehrine tekabül ettiği hesaplanmaktadır. Bu miktarın üçte ikisi tahıldan, çiçek yağına, şekerden pamuğa kadar geniş bir alanda tarımsal ürünlere gitmekte, dörtte biri et ve mandıra ürünlerine, yalnızca onda biri de endüstri ürünlerine gitmektedir. Yeryüzünün en büyük sanal su ihracatçıları ABD (sığır eti), Kanada (tahıl), Avustralya (pamuk ve şeker), Arjantin (sığır eti) ve Tayland’dır (pirinç)...
...
Birçok ülke su sıkıntılarını sanal su ithali yoluyla giderme yoluna giderken, kimileri de bu sıkıntıyı ihracat yoluyla artırmaktadır. Meselâ, İsrail ve güney kesimleri kuraklık çeken İspanya suyu domates olarak, Etiyopya kahve olarak ihraç etmekte, Meksika en büyük su kaynağı olan Chapala gölünü sanal su ihracı ile boşaltmaktadır...
...

Yeni Doğa Kanunu

Bu konuda örnek girişim, belki de en beklenmeyen yerden geldi. Küçük bir Güney Amerika ülkesi olan Ecuador Cumhuriyeti, “boyundan büyük” bir işe girişti ve geçen yıl sonlarında dünyanın birçok yerinde herkesin “olacak şey değil!” dediği bir şeyi sessiz sedasız gerçekleştiriverdi. Bu “sessiz devrim” ile tarihte ilk kez, doğaya –yani doğa’nın kendisine– anayasal haklar tanındı. Anayasa referanduma sunuldu ve insanlar Ecuador’un tropik ormanlarına adalarına, havasına ve suyuna (nehirlerine, göllerine, sulak alanlarına, bataklıklarına vb.) normalde o güne kadar sadece insanlara tanınan hakları tanıdı. Bütün temel hakları! Fazlası var, eksiği yok! Ecuador Çevre Bakanı’nın Açık Radyo’ya aktardığına göre, yeni Ecuador Anayası’nda su ve doğa haklarına ilişkin 40 kadar madde yer alıyor şimdi! Böylece dünyanın en azından bir ülkesinde doğa’nın hukuki statüsü değişmiş oluyor. Doğa, sadece metâ (şey/nesne) olmaktan çıkıyor ve bir hak öznesi haline gelmiş oluyor. Bakın ne diyor bu yeni anayasanın bir maddesi:

“Pachamama’nın (Tabiat Ana’nın) varolma hakkı vardır, ayrıca varolmada ayak direme hakkı da vardır; ve dahi Pachamama’nın hayatî çevrimlerini, yapısını ve dokusunu, işlevlerini ve evrim süreçlerini sürdürme ve bunlara icabında yeniden can verme hakkı da vardır.”

Bir de şöyle madde var:

“Ecuador’da doğal toplulukların ve ekosistemlerin varolma, gelişip serpilme ve evrilme hakları vardır ve bunlar devredilemez, vazgeçilemez haklardır. Bu haklar, doğrudan doğruya uygulanabilir (self-executive/applicabilité direct) niteliktedirler ve bunlara riayet edilmesinin sağlanması tüm Ecuador hükûmetlerinin, topluluklarının ve bireylerinin hem görevi, hem de hakkı olacaktır.”

Ecuador anayasasının mestizolara, Amerikan yerlilerine özgü o lirik dille kaleme alınmış bu harikulade maddeleri hepimiz için geçerli herhalde. Aksini düşünebilir miyiz? Su, bu gezegendeki tüm hayatın ana unsurudur. Ticari bir metâ, yani kâr sağlayan bir nesne olamaz, asla olmamalıdır … Hiçbir canlı, hiçbir şart altında suya erişim hakkından yoksun bırakılamaz, asla bırakılmamalıdır. İnsanoğlu –ya da insankızı– olarak tüm faaliyetimiz, yani Açık Radyo’daki bir bireyi örnek olarak ele alırsak, mikrofonda ya da koridorlarda yaptığımız konuşmalar, radyoda gerçekleştirdiğimiz programlar, katıldığımız ya da düzenlenmesine katıldığımız alternatif forumlar, içinde yer aldığımız bütün o toplantı ve eylemler, işbu vazgeçilmez ve devredilemez haklarımıza dairdir aslında, iş, eninde sonunda gelir bu haklara ve hukuka dayanır.

Su Hakkı: Yaşam Hakkı

Ve suya erişmek, tıpkı yaşam hakkı gibi bir haktır. Temel bir hak. Dolayısıyla, suyun epey bir süredir olduğu gibi dere tepe düz gidip sırf paraya doğru akması artık beklenmemelidir. 21. yüzyılın yeni öncelikleri, binlerce yılın eski önceliklerine; örneğin, yağmurun nereye düşüyorsa orada devşirilmesi, ‘hasat edilmesine’, ya da binlerce yıl kullanılıp, sonra unutulan ‘kanat’ sistemleri gibi kadim geleneklere geri dönmeyi gerekli kılıyor. Bu geri dönüş, damla tekniği ya da betonla kaplanmamış kanallar kullanılması gibi yepyeni yöntem ve fikirlerin devreye sokulmasını da dışarıda bırakmamaktadır elbette. Ne var ki, dev barajlar inşası, devasa boru hatları, devasa kanallar döşenmesi gibi 20. yüzyıl takıntı ve saplantılarının yerlerini hemen çok daha küçük, çok daha yerel projelere bırakması zamanı gelmiş gibi gözüküyor. Ve çok daha ‘eski’ projelere tabii. Küçük ve eski. Eskilerin küçüklere dediği gibi: ‘Su verenlerin bol olsun...’

Sen de su gibi aziz ol, ey okur.


Yazının tamamını okumak için lütfen tıklayınız!


Nisan 12, 2009

DERYA SAZAK: "Pembe Domates Ağı"


Sayın Derya Sazak bugünkü Milliyet'te yazmış:

"Pembe domates ağı"

Obama’nın Türkiye ziyareti ABD’de köleliğin tarihinin hatırlanmasına, Martin Luther King’in, 1960’larda ‘Bir rüyam var’ diyerek başlattığı sivil haklar mücadelesinin ileri demokrasilerdeki yerinin kavranmasına neden oldu.
2010’lu yılların dünyasında sivil toplum örgütlenmeleri, asıl siyaset dışı alanlarda etkinlik kazanıyor.
Küresel ısınmaya karşı çevreci hareketler giderek güçleniyor.
Pembe Domates Ağı (PDA) hareketi de son dönemde üreterek sesini duyuran sivil toplum hareketlerinin başında geliyor.
Üreterek diyoruz; PDA’cılar steril ortamlarda soyut fikirlerle oyalanmıyorlar. Anadolu’da yok olan pembe domates türünü, kimyasal olmayan doğal ortamlarda üreterek, eskinin ‘plastik olmayan’ tadındaki ürünlerini yeniden canlandırıyorlar.
İki bini aşkın üye, dört yıldır pembe domates yetiştirme uğraşında.
PDA’nın pembe domatese sahip çıkması, Anadolu’da yetişen 3 binden fazla endemik/kendine has tarımsal bitki türünün korunması açısından da çok önemli. Çünkü binlerce yıldır bu topraklarda yetişen ve henüz lezzeti bozulmamış türler, 2011’de yürürlüğe girecek ‘Tohumculuk Yasası’ ile yok olma tehdidi altına girecek.
Bu tehlikeyi gören Ziraat Odaları, Anadolu çiftçisine kurulan tuzak konusunda sivil toplumu harekete geçirmeye çalışıyor.
Pembe domatesin yok olmasına karşı örgütlenen PDA, ‘Tohumculuk Yasası’na karşı da etkin bir kampanya yürütüyor.
2006 yılında çıkan 5553 sayılı yasa, 2011’den itibaren ancak ‘kayıt altına alınmış tohumların’ ekimine olanak tanıyacak. Tohumuna patent alamayan çiftçiler ise, tekel durumundaki uluslararası şirketlerin insafına terkedilecek. Dünya tohumculuğu 6 büyük tekelin elinde bulunuyor, Türkiye’de tohum ıslahı yapan şirketlerin yüzde 90’ını ise bu tekeller oluşturuyor.
2011’den itibaren kayıt altına alınmamış tohumlukları satan köylüler, ağır para cezasına çarptırılacak ve el konulan ürünler imha edilecek. Böylece Anadolu’nun zengin türleri doğallığını yitirecek.
Gözlem Gazetesi’nin Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı ve Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Kamil Okyay Sındır’la görüşerek yayımladığı haber, Türkiye’nin 2007’de üye olduğu Uluslararası Yeni Çeşitleri Koruma Birliği’nin (UPOV) dayatmasıyla buğday başta olmak üzere biyoçeşitliliğin yok olma tehlikesine dikkat çekiyor.
Oysa Anadolu’da yetişen 11 bin farklı bitki türü, Avrupa’nın toplamı kadar.
Ziraatçiler, UPOV üyeliği ile Türkiye’nin genetik çeşitliliğinin yağmalanacağını, tarım ilacı ve gübre kullanımının yaygınlaşmasıyla toprakların, ürünlerin, suların kirleneceğini, sağlıksız kuşaklar yetişeceğini savunuyorlar.
Tohumculuk Yasası’na ‘dur’ denilmeli.
‘Biyogüvenlik Yasası’da süratle Meclis’ten geçmeli.
Yaşasın PDA hareketi, pembe domateslerin özgürlüğü."

* * * * * * *

Teşekkürler...

Nisan 11, 2009

GOOGLE GRUPLAR SAYFAMIZA GİRERKEN...

...sorun yaşayanlar için, şurada harika bir destek var:
MSGSÜ Sinema-Tv Grubu Yardim Dosyasi

Nisan 09, 2009

GENETİK KAYNAKLARIN KAYIT ALTINA ALINMASI YÖNETMELİĞİ

"TAGEM": "Tarım Araştırmaları Genel Müdürlüğü" web sitesini PDA üyelerinin dikkatle izlemesi gerekiyor... Özellikle de "Haberler" sayfasını. Nitekim son günlerde burada bir yönetmelik taslağı yayınlandı: "Bitki Genetik Kaynaklarının Kayıt Altına Alınması Hakkında Yönetmelik"!

Yönetmeliğin yasal dayanakları:

MADDE 3- (1) Bu Yönetmelik, 31/10/2006 tarihli ve 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu ve 969 sayılı Tarım ve Köyişleri Bakanlığının Merkez ve Taşra Kuruluşlarına Döner Sermaye Verilmesi Hakkında Kanunun 3 üncü maddesi ile 28/10/2005 tarihli ve 5414 sayılı Gıda ve Tarım İçin Bitki Genetik Kaynakları Uluslararası Antlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanuna dayanılarak hazırlanmıştır.

"Tanımlar" arasında bakın ne de var:
k) Geleneksel bilgi: Geçmişten gelen, çok uzun bir süreç içersinde geleneksel olarak üretilen ve kullanılan, belirli bölgesel ya da yerel uygulamalarla olgunlaşan, yerel bitki örtüsünün ve doğal varlıkların farklı amaçlar için farklı yöntemlerle kullanımını esas alan her türlü toplumsal bilgi...

Bu Taslak'ın 11.3 maddesindeki "Kullanım Hakkı" düzenlemesine sivil kuruluşlar dikkat çekiyor:

"Doğal ve yerel popülâsyonlardan kayıt ettirilen gerek yurt içi ve gerekse yurt dışı kaynaklı BGK materyalinin kaydı için başvuru yapanlar, bu Yönetmelikte belirlenen esaslar dâhilinde, kendi ihtiyaçları ile sınırlı kalmak ve yalnızca kendileri tarafından yürütülmek kaydı ile ticari kullanım ve üretim, araştırma ve geliştirme, ıslah ve biyoteknolojik çalışmalar yapabilirler."

En iyisi biz bundan sonrasını grupta tartışalım... Yönetmelik taslağını "Dosyalar"a yükledik!