doğal tarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
doğal tarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Haziran 19, 2019

DEFNE KORYÜREK'TEN HARİKA BİR DOMATES YAZISI: "KIRMIZILARIN ŞAHI"...

Ellerine sağlık Defne'ciğim,
Müthiş değerli bir içerik oluşturmuşsun gene...

Yazıdan bir tadımlık:

"...
Bu sevilme hali boşuna olamaz, sebepsiz hele asla! Peki domatesin en uzaktaki mutfakları bile değiştiren, dönüştüren lezzeti nereden geliyor?
Yukarıda yazdım aslında; domates glutamat dolu!
Glutamat ya da biraz gastronomiye meraklıysanız tanıyacağınız adıyla umami!.."

Yazının tamamına ulaşmak için tıklayınız: "KIRMIZILARIN ŞAHI" - Yeşil Gazete- 15 Haziran 2019

Ekim 21, 2013

Manyas'ta Bir Ev Bahçesinden...


Emekli olduktan sonra Çarşı Mahallesi'ndeki evinin bahçesinde küçük çaplı sebze üreten 63 yaşındaki Ahmet Yılmaz, ürünlerinin daha sağlıklı yetişmesi için doğal gübre kullandığını söyledi. Elinden geldiğince organik üretim yapmaya çalıştığını ifade eden Yılmaz, 800 metrekarelik bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri satarak, ek gelir sağladığını anlattı.
Yetiştirdiği pembe domateslerden birinin beklediğinin üzerinde çok büyüdüğünü belirten Yılmaz, "1,5 kilogram ağırlığına ulaştı. Bir vatandaş 1,5 kilo domates istese evine poşetin içinde bir tane götürecek" dedi.
İri domatesin görenleri şaşırttığını dile getiren Yılmaz, "Herkes, nasıl bu şekilde büyüdüğüne yönelik sorular yöneltiyor. Özel bir tekniği yok. Sadece doğal gübre kullanıyorum" diye konuştu.

* * * *

Ağustos 06, 2013

2013 YAZININ TEMMUZ SONU AĞUSTOS BAŞI

"Çıktık işte ortaya...
Kızarıyoruz!"

diyorlar!
Bu arada çekirdek kurutma da ihmal edilmiyor elbette... 
Bu yılki çekirdeklerin "hard-disk"inde öyle kayıtlar saklı ki...



Aralık 05, 2012

Kent Tarımı ve Müzik, Parizyen Mimari Eliyle Birleştirildiğinde...

İşte o zaman ortaya böyle bir güzellik çıkabiliyor!

Phadion Club, bu yapıyla ilgili haberinde "füzyon mutfak olur da füzyon mimari niçin olmasın?" diyerek bu yapıyı bir "füzyon mimari" örneği olarak değerlendirmiş.

Parisli mimarlık ofisi SOA, Bordeaux kentindeki eski bir depoyu, böyle bir kültürel merkeze dönüştürmüş adını da "Düşey Çiftlik" koymuş. Çevre halkı buraya gelip bir taraftan müzik dinlerken bir taraftan da düşey çiftçilik öğreniyor, kentte organik tarıma teşvik ediliyor...

Phadion'un web sitesine bakarsanız, gitmişken bu gibi eserleri bir araya getirdiği "Vitamin Green"e de göz atmayı unutmayın!

















Farming and music come together in Bordeaux | Architecture | Agenda | Phaidon




SOA Mimarlık, kent tarımı alanında uzmanlaşmış bir ekip. Bu projenin benzeri daha bir çok örnek var portfolyolarında...

Bordeaux'daki bu projede,  "Projet Darwin" kuruluşunun da parmağı var. Adını Darwin'den alan bu ekibin web sitesinde sadece Fransızca içerik olduğu için fazla bir şey anlayamadımsa da değme çevre örgütüne taş çıkartacak cinsten, dehşet işler yaptıkları görülüyor.

Ne diyelim darısı Türkiye'nin, biz kentlilerin başına!

Aralık 02, 2012

MİLLİYET'TE "ORGANİK UYANIŞ" DİZİSİ

Milliyet Gazetesi, "Organik Uyanış" genel başlığı altında, doğal tarım konusuna bir neşter attı. "Organik mi doğal mı?" tartışmasını da açması bakımından bu yayın hayati önem taşıyor.
İzlemekte büyük yarar var. Her "organik" şey aynı zamanda "doğal" mı? Burası tartışmalı çünkü.

Geçen gün bizim de fikrimizi sordular:

PEMBE DOMATES AĞI
Organik uyanış dizisinde yer vermek istediğimiz bir diğer çiftçilik serüveni ise İstanbul’da balkonlarda başlayan ‘Pembe Domates Ağı’. Avniye ve Mehmet Tansuğ çiftinin arkadaşlarının hediye ettiği üç pembe domatesle başlattığı ağ 6 yılda 2 bin 700 kişiye ulaşmış. Balkon ve çatılarına koydukları saksılara birbirlerine hediye ettikleri pembe domates tohumlarını eken... (devamı için tıklayınız!)


Bu dizi için Ayşen Ertür, Konyar'lar da görüş bildiriyordu. Organik Uyanış'ı izlersek onları da yakında okuyabiliriz...

Bu arada bugünkü Milliyet'in bir başka köşesinde, Antalya, Kumluca'daki "DOMATEXPO" Fuarında bir tohumculuk firması tarafından "tanıtılan" yeni bir endüstriyel (sarı domates ile ampul biçimli domatesin ıslahından elde edilen tohum ile üretilmiş)  domatesin seneye pazara sürüleceği yolunda ilginç bir haber var, (başlığa tıklarsanız...): 

"Ampul Domates Seneye Pazarda"












Kıssadan hisse: Elimizdeki doğal tohumların doğallığının kıymetini iyi bilelim!!! 

Mart 05, 2012

2012 TOHUMLARI YOLA ÇIKARKEN TÜRKİYE'DE PEMBE DOMATES MESELESİ

Sayın PDA Üyeleri,


Geçen hafta sonu dahil yayında kalan Tohum İstek ve Tohum Verecekler Listeleri ile ilgili iş bölümü ve gereken ön çalışma (adreslerin yazılımı, paketleme v.d.) tamamlandı.
İstanbul Koordinatörümüz Sayın Ayşen Ertür, Sayın Ayşe Sazak ve İzmir Koordinatörümüz Sayın Nail Sarı ellerindeki doğal pembe domates tohumlarını bu yılın temel kaynakları olarak karşılıyorlar, sağolsunlar...
Bodrum gibi civar yöreleri dahil İzmir'deki üyelerimizden ihtiyacı olanlara Sayın Nail Sarı, geri kalan tüm bölgelere, Ankara ve İstanbul'dakilere de  Sayın Ayşen Ertür tohumları gönderiyor. Nail Bey şimdiden birçok üyemiz ile iletişimi kurmuştu zaten. Ayşen Hanım da zarfları ve paketleri hazırladı, yarın postalamaya başlıyor. Tohumların kaynaklarını da onlar paketlerin üzerinde belirtiyorlar. Ayşen Ertür bu bağlamda Ayşe Sazak'ın yaptığı paketlemeyi "harika" olarak nitelendiriyor! 

Hepsine huzurunuzda bir kez daha ve içten teşekkür ediyoruz.

Açık kimliği ile haberleşmediği (e.posta adresi de sessiz harflerle oluşturulduğu) için adını ve soyadını hala tam olarak bilemediğimiz bir üyemiz bir süre önce bu gibi paylaşımların pembe domatesin yozlaşmasına yol açacağını belirtmişti. Belki bazı açılardan çok haklıydı. Örneğin yanınızdaki bahçede/tarlada örneğin pestisit kullanarak tarım ve sulama yapılıyorsa oradan sizin bitkilerinize de kimyasalların sızacağı açık bir şey. Tozlaşma da öyle. 
Öte yandan son üç dört yıldır çeşitli pazarlarda, manavlarda, büyük alış veriş merkezlerindeki marketlerde müthiş bir pembe domates bolluğu gözlemlenmekte. Dahası, "organik" diye nitelenenler dahil, bunların bir kısmında doğal mevsiminin dışında da "pembe" etiketli domatesler satılmakta. Buna sevinmek mi lazım üzülmek mi? (*) 
Elbette, herkesin pembe domates diye bir "lezzet bombası" olduğunu duyması, tanıması, bunu talep etmesi, bunu üreten köylülerin bundan para kazanması sevindirici. Ama talep var diye endüstriyel tarımın buna da el atması ve mevsimi dışında da üreterek pazara pompalaması üzücü. Tohumların yozlaşmasına yol açan asıl neden de bu sonuncusu olmalı herhalde.

Fakat bizler elimizdeki doğal tohumları, biliyorsunuz, zaten öyle herkesle paylaşmıyoruz. Paylaşımı yalnızca buraya üye olurken "PDA Manifestosu'nu okuyan" ve ona "uygun davranacağına söz veren" sayın üyelerimizle yapıyoruz. Bu da tohumların ancak ve ancak temiz toprakta, herhangi bir kimyasal kullanmadan, doğal tarım ilkelerine uygun olarak ve mevsiminde yetiştirilmesine söz verilmesi anlamına geliyor. Keza tohumları farklı amaçlar için kullanacaklara, genetiği ile oynama sevdalılarına, laboratuvarlara taşımaya niyetli gözükenlere kaptırmamak, ticari amaçlı el değiştirmemek anlamına da! 
Bizim tohumlar, balkonlarda, bahçelerde "kent tarımı" yapma azminde olanlara gidiyor. Sonuçta aylarca uğraşıp, üç beş tane pembe domates yetiştirebildiğine sevinenlere kısacası. Önemli olan onların arasından rahmetli Hafize Baliç gibi, aynı tohumu 50 yıl hiç bozmadan sürdürebilenlerin çıkması. Neden olmasın?

Saygılarımızla,

Tansuğ'lar

(*) (Bu konuda geçen yılın Şubat'ında düştüğümüz şu nota bir göz atın isterseniz). 

Eylül 15, 2011

HAFİZE BALİÇ'İN BAHÇESİNE GİTTİK!

Hafize Baliç Evi ve Bahçesi- Çerkesköy, 2011
Hafize Baliç'in çocukları ve gelinleri...
Soldan: Ferah Baliç, Sevinç Baliç, İlhan ve Hakkı Baliç...
Sadece pembe domatesler değilmiş
rahmetlinin  merakı...  Bu gül de onun ektiği çiçeklerden...
Geçtiğimiz hafta sonu, Hakkı ve Sevinç Baliç'le Pembe Domates Ağı'nın kurulmasına vesile olan pembe domatesleri bahçesinde yetiştiren merhume Hafize Baliç'in Çerkesköy'deki evine gittik...
Çocukları evi canlı tutuyorlar. Bütün kardeşler bayramlarda o evde toplanıp bir kaç gün geçiriyorlar. Evin içi pırıl pırıl...
Kendileri de Çerkesköy'de oturan İlhan ve Ferah Baliç ile tanıştık. Onlar hem bahçe hem ev ile ilgilenip sanki Hafize Hanım yaşıyormuşçasına onun ektiklerini biçiyorlar... Hem de aynı özen ile. Yani doğallığı sürdürerek!
İlhan Bey, bundan bir iki ay önce bir gün, boy atmaya başlayan  fidelere bakım yaparken, sırtında ilaç tüpleriyle kapıya gelen, "buraya da sıkalım" diyen bir "zirai mücadeleci" gördüğünde onu nasıl geri püskürttüğünü anlattı!
"-Böyle ilaçsız milaçsız, ne kadar olursa o kadar olsun, bizim de kimsenin de annemin tohumlarını bozmaya hakkı yok" diyor...
Aslen Saray'lı olan Ferah Hanım da adı gibi insanın içini ferahlatan, sevecen, cıvıl cıvıl bir Trakya insanı. "-Ben bu bahçe işlerine alışık değilim hiç, ama bu son iki yıldır gide gele sevmeye başladım bu işi" diyor...
Doğal olarak 7/24 saat o bahçeyle uğraşan Hafize Hanım'ın elde ettiği sonuçları elde edememişler son iki yıldır. Ama gittikçe daha çok ustalaşıyorlar. İlhan Bey'in cep telefonu tıka basa domates fotoğraflarıyla doluydu! Hakkı Baliç de önümüzdeki mevsim toprağın hazırlanma aşamasında onlara yardıma gideceğini söylüyor.
Fatma Özgür... Hafize Hanım'ın yan komşusu...
 O da "asla ilaç atmadan" pembe domates yetiştiriyor...
O gün Hafize Hanım'ın bahçesinde nefis bir çay içtik. Bahçedeki domateslere çocukları pek dokunmadılar çünkü onların çoğu tohumluk olarak ayrılmış... Bu yüzden hemen yan evdeki komşusu Fatma Hanım'a başvuruldu ve onun da aynı yöntemlerle bahçesinde yetiştirdiği pembelerden biraz alındı. Sevinç Hanım, onları özenle paylaştırdı sonra...

Baliç'ler daha sonra annelerinin evine hayli yakın bir alanda hem kokoreç yapıp satan hem de bostancılık yapan bir ailenin de pembe domates yetiştirdiğini söylediler... Oraya gidildiğinde pembelerin artık bittiği, daha çok "armut domates" dedikleri bir kırmızı domates türünün bol olduğu görüldü. Onlar da kalan pembeleri sarıp sarmalamışlar, tohumluk olarak ayırmışlardı... Yalnız, adını sormayı unuttuğum, resimde görülen bahçıvan, ilaçlama konusunda daha esnekti. "İlaç atmadan zor olur" gibisinden konuşuyordu... Oysa ne Hafize Hanım'ın ne de Fartma Hanım'ın bahçelerinde domateslere musallat olmuş başka canlılar vardı. Bu bostanda ise "ilaca rağmen" pek çok domates "hastalanmıştı"...
Bu pembeler de Çerkesköy'de  bostancılık
yapan bir ailenin bahçesinden... 
Başından beri bu sayfalarda "Heirloom" tohum, "Evladiyelik tohum" deyip duruyoruz. Evlatları da Hafize hanım'ın 50 küsür yıllık tohumlarını gözleri gibi koruyarak, gerçek "evladiyelik"in ne olduğunu somutluyorlardı işte...

Hafize Hanım'ı hayırla, sempatiyle, rahmetle anarak, Çerkesköy gezisini noktaladık...
Geriye de bu anıyı PDA ile paylaşmak kaldı...

Sağlıcakla kalın!

Ağustos 16, 2011

TEMMUZ AYINDA DURUM...



Bu yaz İstanbul'a güneşli günler geç geldi... Temmuz ayında balkon pembeleri hala yeşil... Üstte: "Purple Calabash" türü... Ortada ve altta: Hafize Baliç pembesinden 2007 yılında Metin Varol'un Tekirdağ'da yetiştirdiği domateslerin çekirdeklerinden çıkanlar...

Temmuz 13, 2011

EVLADİYELİK ya da HEIRLOOM DOMATES HAKKINDA...

Bizim Türkçe'de "evladiyelik" diye kullanmayı yeğlediğimiz "Heirloom" domatesin ne olduğu, "Foodista" sitesinde bugün
 tarafından da aşağıdaki gibi açıklanmış... Özetle evladiyelik domatesin genetiği ile oynanmamış tohumlardan yetiştiği, faklı lezzet, biçim, boyut ve renkte olabildiği vurgulanmış. Evladiyelik tohumların geçtiği kulvarları da şöyle grupluyor yazar: 
1) Ticari Evladiyelikler: 1940'dan önce ortaya çıkan açık tozlaşma türleri ya da 50 yıldır dolaşımda olan domates türleri 
2) Aile Evladiyelikleri: Bir aile içinde birkaç kuşaktır bir sonraki kuşağa devredilen tohumlar
3) Yaratılmış/üretilmiş Evladiyelikler: Bilinen iki ana tohumdan (iki evladiyelik ya da bir evladiyelik ve bir hibrid tohumdan) ortaya çıkmış olanlar
4) Meçhul Evladiyelikler: Diğer evladiyelik çeşitlerinin doğal açık tozlaşması ürünü olan...


"Heirloom tomatoes are most typically grown from seeds handed down through time that have not been genetically altered. The resulting fruit comes in all sorts of colors, sizes, shapes and most importantly, flavors. Although commercial farmers have taken liberties with varieties of heirloom tomatoes because of their recent comsumer popularity, there are still a few genuine heirloom tomato varieties out there. Generally, heirloom tomatoes are the result of one of the following lineages: 

  1. Commercial Heirlooms: Open-pollinated varieties introduced before 1940, or tomato varieties more than 50 years in circulation.
  2. Family Heirlooms: Seeds that have been passed down for several generations through a family.
  3. Created Heirlooms: Crossing two known parents (either two heirlooms or an heirloom and a hybrid) and dehybridizing the resulting seeds for how ever many years/generations it takes to eliminate the undesirable characteristics and stabilize the desired characteristics, perhaps as many as 8 years or more.
  4. Mystery Heirlooms: Varieties that are a product of natural cross-pollination of other heirloom varieties.
And because industrial farming is rapidly killing off entire varieties of tomatoes, it's never been more important to preserve the lush diveristy of tomatoes. You can read all about the history and legacy of heirloom tomatoes at Gary Ibsen's TomatoFest, a comprehensive site dedicated to all things tomato. 

Image Sources: See-ming Lee

Ağustos 12, 2010

TUTALARA BİYOLOJİK SİLAH: 3 BÖCEK

"Closterocerus Clavus", "Bracon Didime" ve "Ratzeburgiola Cristatus"... Bunlar bu yıl ciddi tehdit oluşturan Tuta Kelebeği ya da Domates Güvesi ile de doğal yoldan mücadele eden 3 böcek.

MKÜ Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Miktad Doğanlar,  tarım ilaçlarının kullanılmadığı MKÜ Araştırma Enstitüsü'ne ait domates seralarında çeşitli parazitlerin zararlıya yöneldiğini tespit ettiklerinin ve yüzde 70’lere varan düzeyde "yok edici" etki gösterdiklerini belirtmiş...

Radikal'deki haberin ayrıntıları şurada!

Ağustos 03, 2010

Güngör Uras dikkat çekiyor: Tuta Kelebeği!

Bugünkü Milliyet'te Güngör URAS "tuta kelebeği"ne dikkat çekiyor:
"Tarla Domatesi Yemek Hayal Oluyor!"

Bu da aynı gazeteden bir başka domates haberi:
"Bir kilo ağırlığında domates yetiştirdi!"

Kasım 14, 2009

DOMATES ve "CALENDULA ARVENSIS"!

Bugünkü Hürriyet'te, organik üretim ile ilgili bir başarı öyküsünden:

"...Zeytinyağı işini kotardıktan sonra, ormanda doğal olarak yetişen otlara gözümüzü diktik. İnanılmaz güzellikte kekik, defne ve adaçayı vardı. Uygun mevsimlerde onları ormandan söküp, araziye diktik. Bu vesile ile organik tarımı öğrenmeye başladık. Profesyonel destek almadık. Çok kitap devirdik. Ektiğimiz tohumu ilaç kullanmadan tutturmayı deneye yanıla öğrendik. Domates böceklenmesin diye yanına aynısefa bitkisi diktik. Turpları kurttan kurtarmak için yanına patates diktik. Bunların hepsini kitaplardan öğrendik. Organik tarım yaparken bezmemeyi de kitaplardan öğrendik. Her kitap, bu işin geri dönüşünün en az üç, en fazla beş yılda alınacağını yazıyordu..."

Kadife çiçeğini biliyorduk da "aynısafa"nın da domatesin böceklenmesine engel olduğunu bugün duyduk böylece...  Latince adı "Calendula Arvensis" olan "aynısafa"; "Nergis" olarak da biliniyor. İngilizcede "Field Marigold" deniyor ona. Antiseptik etkisiyle tıpta ve kozmetik endüstrisinde kullanılıyor... Papatya ailesinden.
Şu fotoğraf veritabanında daha çok resim var...



Nisan 25, 2009

"SU", "DOMATES" ve EKVADOR'UN YENİ ANAYASASI...

Ömer MADRA'nın "Su(suzluk)" başlıklı yazısından:



...Sanal Su

Dünya yüzünde çeşitli ürünlerin üretim ve imalatında kullanılan suya, konunun uzmanlarından Tony Allan’ın buluşuyla ‘sanal su’ adı verilmektedir. Yani, bir limanda doklara yanaşan şilepteki bir ton buğday, onun yetiştirilmesinde kullanılmış bin tonluk suyu içinde sanal olarak barındırmaktadır. Dünyadaki sanal su ticaretinin yaklaşık yirmi Nil nehrine tekabül ettiği hesaplanmaktadır. Bu miktarın üçte ikisi tahıldan, çiçek yağına, şekerden pamuğa kadar geniş bir alanda tarımsal ürünlere gitmekte, dörtte biri et ve mandıra ürünlerine, yalnızca onda biri de endüstri ürünlerine gitmektedir. Yeryüzünün en büyük sanal su ihracatçıları ABD (sığır eti), Kanada (tahıl), Avustralya (pamuk ve şeker), Arjantin (sığır eti) ve Tayland’dır (pirinç)...
...
Birçok ülke su sıkıntılarını sanal su ithali yoluyla giderme yoluna giderken, kimileri de bu sıkıntıyı ihracat yoluyla artırmaktadır. Meselâ, İsrail ve güney kesimleri kuraklık çeken İspanya suyu domates olarak, Etiyopya kahve olarak ihraç etmekte, Meksika en büyük su kaynağı olan Chapala gölünü sanal su ihracı ile boşaltmaktadır...
...

Yeni Doğa Kanunu

Bu konuda örnek girişim, belki de en beklenmeyen yerden geldi. Küçük bir Güney Amerika ülkesi olan Ecuador Cumhuriyeti, “boyundan büyük” bir işe girişti ve geçen yıl sonlarında dünyanın birçok yerinde herkesin “olacak şey değil!” dediği bir şeyi sessiz sedasız gerçekleştiriverdi. Bu “sessiz devrim” ile tarihte ilk kez, doğaya –yani doğa’nın kendisine– anayasal haklar tanındı. Anayasa referanduma sunuldu ve insanlar Ecuador’un tropik ormanlarına adalarına, havasına ve suyuna (nehirlerine, göllerine, sulak alanlarına, bataklıklarına vb.) normalde o güne kadar sadece insanlara tanınan hakları tanıdı. Bütün temel hakları! Fazlası var, eksiği yok! Ecuador Çevre Bakanı’nın Açık Radyo’ya aktardığına göre, yeni Ecuador Anayası’nda su ve doğa haklarına ilişkin 40 kadar madde yer alıyor şimdi! Böylece dünyanın en azından bir ülkesinde doğa’nın hukuki statüsü değişmiş oluyor. Doğa, sadece metâ (şey/nesne) olmaktan çıkıyor ve bir hak öznesi haline gelmiş oluyor. Bakın ne diyor bu yeni anayasanın bir maddesi:

“Pachamama’nın (Tabiat Ana’nın) varolma hakkı vardır, ayrıca varolmada ayak direme hakkı da vardır; ve dahi Pachamama’nın hayatî çevrimlerini, yapısını ve dokusunu, işlevlerini ve evrim süreçlerini sürdürme ve bunlara icabında yeniden can verme hakkı da vardır.”

Bir de şöyle madde var:

“Ecuador’da doğal toplulukların ve ekosistemlerin varolma, gelişip serpilme ve evrilme hakları vardır ve bunlar devredilemez, vazgeçilemez haklardır. Bu haklar, doğrudan doğruya uygulanabilir (self-executive/applicabilité direct) niteliktedirler ve bunlara riayet edilmesinin sağlanması tüm Ecuador hükûmetlerinin, topluluklarının ve bireylerinin hem görevi, hem de hakkı olacaktır.”

Ecuador anayasasının mestizolara, Amerikan yerlilerine özgü o lirik dille kaleme alınmış bu harikulade maddeleri hepimiz için geçerli herhalde. Aksini düşünebilir miyiz? Su, bu gezegendeki tüm hayatın ana unsurudur. Ticari bir metâ, yani kâr sağlayan bir nesne olamaz, asla olmamalıdır … Hiçbir canlı, hiçbir şart altında suya erişim hakkından yoksun bırakılamaz, asla bırakılmamalıdır. İnsanoğlu –ya da insankızı– olarak tüm faaliyetimiz, yani Açık Radyo’daki bir bireyi örnek olarak ele alırsak, mikrofonda ya da koridorlarda yaptığımız konuşmalar, radyoda gerçekleştirdiğimiz programlar, katıldığımız ya da düzenlenmesine katıldığımız alternatif forumlar, içinde yer aldığımız bütün o toplantı ve eylemler, işbu vazgeçilmez ve devredilemez haklarımıza dairdir aslında, iş, eninde sonunda gelir bu haklara ve hukuka dayanır.

Su Hakkı: Yaşam Hakkı

Ve suya erişmek, tıpkı yaşam hakkı gibi bir haktır. Temel bir hak. Dolayısıyla, suyun epey bir süredir olduğu gibi dere tepe düz gidip sırf paraya doğru akması artık beklenmemelidir. 21. yüzyılın yeni öncelikleri, binlerce yılın eski önceliklerine; örneğin, yağmurun nereye düşüyorsa orada devşirilmesi, ‘hasat edilmesine’, ya da binlerce yıl kullanılıp, sonra unutulan ‘kanat’ sistemleri gibi kadim geleneklere geri dönmeyi gerekli kılıyor. Bu geri dönüş, damla tekniği ya da betonla kaplanmamış kanallar kullanılması gibi yepyeni yöntem ve fikirlerin devreye sokulmasını da dışarıda bırakmamaktadır elbette. Ne var ki, dev barajlar inşası, devasa boru hatları, devasa kanallar döşenmesi gibi 20. yüzyıl takıntı ve saplantılarının yerlerini hemen çok daha küçük, çok daha yerel projelere bırakması zamanı gelmiş gibi gözüküyor. Ve çok daha ‘eski’ projelere tabii. Küçük ve eski. Eskilerin küçüklere dediği gibi: ‘Su verenlerin bol olsun...’

Sen de su gibi aziz ol, ey okur.


Yazının tamamını okumak için lütfen tıklayınız!


Nisan 12, 2009

DERYA SAZAK: "Pembe Domates Ağı"


Sayın Derya Sazak bugünkü Milliyet'te yazmış:

"Pembe domates ağı"

Obama’nın Türkiye ziyareti ABD’de köleliğin tarihinin hatırlanmasına, Martin Luther King’in, 1960’larda ‘Bir rüyam var’ diyerek başlattığı sivil haklar mücadelesinin ileri demokrasilerdeki yerinin kavranmasına neden oldu.
2010’lu yılların dünyasında sivil toplum örgütlenmeleri, asıl siyaset dışı alanlarda etkinlik kazanıyor.
Küresel ısınmaya karşı çevreci hareketler giderek güçleniyor.
Pembe Domates Ağı (PDA) hareketi de son dönemde üreterek sesini duyuran sivil toplum hareketlerinin başında geliyor.
Üreterek diyoruz; PDA’cılar steril ortamlarda soyut fikirlerle oyalanmıyorlar. Anadolu’da yok olan pembe domates türünü, kimyasal olmayan doğal ortamlarda üreterek, eskinin ‘plastik olmayan’ tadındaki ürünlerini yeniden canlandırıyorlar.
İki bini aşkın üye, dört yıldır pembe domates yetiştirme uğraşında.
PDA’nın pembe domatese sahip çıkması, Anadolu’da yetişen 3 binden fazla endemik/kendine has tarımsal bitki türünün korunması açısından da çok önemli. Çünkü binlerce yıldır bu topraklarda yetişen ve henüz lezzeti bozulmamış türler, 2011’de yürürlüğe girecek ‘Tohumculuk Yasası’ ile yok olma tehdidi altına girecek.
Bu tehlikeyi gören Ziraat Odaları, Anadolu çiftçisine kurulan tuzak konusunda sivil toplumu harekete geçirmeye çalışıyor.
Pembe domatesin yok olmasına karşı örgütlenen PDA, ‘Tohumculuk Yasası’na karşı da etkin bir kampanya yürütüyor.
2006 yılında çıkan 5553 sayılı yasa, 2011’den itibaren ancak ‘kayıt altına alınmış tohumların’ ekimine olanak tanıyacak. Tohumuna patent alamayan çiftçiler ise, tekel durumundaki uluslararası şirketlerin insafına terkedilecek. Dünya tohumculuğu 6 büyük tekelin elinde bulunuyor, Türkiye’de tohum ıslahı yapan şirketlerin yüzde 90’ını ise bu tekeller oluşturuyor.
2011’den itibaren kayıt altına alınmamış tohumlukları satan köylüler, ağır para cezasına çarptırılacak ve el konulan ürünler imha edilecek. Böylece Anadolu’nun zengin türleri doğallığını yitirecek.
Gözlem Gazetesi’nin Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı ve Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Kamil Okyay Sındır’la görüşerek yayımladığı haber, Türkiye’nin 2007’de üye olduğu Uluslararası Yeni Çeşitleri Koruma Birliği’nin (UPOV) dayatmasıyla buğday başta olmak üzere biyoçeşitliliğin yok olma tehlikesine dikkat çekiyor.
Oysa Anadolu’da yetişen 11 bin farklı bitki türü, Avrupa’nın toplamı kadar.
Ziraatçiler, UPOV üyeliği ile Türkiye’nin genetik çeşitliliğinin yağmalanacağını, tarım ilacı ve gübre kullanımının yaygınlaşmasıyla toprakların, ürünlerin, suların kirleneceğini, sağlıksız kuşaklar yetişeceğini savunuyorlar.
Tohumculuk Yasası’na ‘dur’ denilmeli.
‘Biyogüvenlik Yasası’da süratle Meclis’ten geçmeli.
Yaşasın PDA hareketi, pembe domateslerin özgürlüğü."

* * * * * * *

Teşekkürler...

Şubat 27, 2008

II. PDA BULUŞMASI - EMİNE YALÇIN'IN TOPLANTI İZLENİMLERİ

PDA II. İstanbul Buluşması, 24 Şubat 2008, Pazar günü, İstanbul’da, Armada Otel’de yapıldı. PDA kurucularından Mehmet Tansuğ’un açılış konuşmasıyla başlayan toplantımız, Avniye Tansuğ’un “Dünden Bugüne PDA” başlıklı sunumuyla devam etti. Tansuğ’un; “Neredeydik?- Nereye geldik?- Nereye gidiyoruz?” alt başlıkları altında hazırladığı sunumu, aynı amaç doğrultusunda birlikte olmanın hissettirdiği güzel duygularla paylaştık.

Bu toplantıya katılan değerli PDA üyeleri, hem tanıştılar, hem de görüş ve önerilerini açıkladılar.

Gönüllü olarak PDA ağına katılan ve PDA 2007 Manifestosu’nu kabul eden üyelerimiz, pembe domatesten yola çıkarak, ülkemizin doğal kaynaklarının, endemik bitkilerinin korunarak kullanılması, doğal yöntemlerle üretilmesi ve genetiğiyle oynanmamış tohumların gelecek nesillere aktarılması için bilgi, deneyim ve önerilerini toplantıya katılan üyelerimizle paylaştı.
Sunumdan sonra, katılımcıların sorularına geçildi. Haşarat ve bahçe zararlılarıyla mücadelede doğal yöntemler konusunda sohbet yapıldı. Evde bulunan saksı bitkileri ve elbette pembe domatesleri sinek ve bitten korumak için birkaç formül dile getirildi. Bu konuda aldığımız notları kısaca özetlersek:

*Tırtıl, bit ve sinek gibi haşaratlardan bitkileri korumak için; yarım kilo arap sabunu, bir litre üzüm sirkesiyle, uygun bir kabın içinde iyice karıştırılacak. Bu karışımın içine 1/10 oranında su ilave edilecek. Elde edilen eriyik bitkilere püskürtülecek.
*Bahçe, tarla veya saksı bitkilerini haşarattan korumak için, ısırgan otunun da faydalı olduğu anlatıldı. Isırgan otu toplanıp, ağzı geniş bir bidona konulacak. Toplanan ısırgan otunun 1/5’i oranında suyla karıştırılacak ve bu bidon, ağzı açık olarak güneşte bekletilecek. Bu karışım sulanıp, çürüyene kadar beklenecek ve daha sonra süzülecek. Elde edilen eriyik, püskürtmeye uygun kıvama gelecek kadar su ilave edildikten sonra bitkilere püskürtülecek.
*Saksı bitkilerini bit ve sinekten korumak için toprağına “kahve telvesi” dökmemiz tavsiye edildi.
* Başta pembe domates olmak üzere, evde yetiştirilen diğer bitkileri sinekten korumak için “sinek kapan” adıyla anılan bitkiden yetiştirmek, sineklerle mücadelede mükemmel sonuç veriyor.
*Bahçelere zarar veren “dana burnu” zararlısına karşı alınması gereken önlemler anlatıldı. Bu yöntemi uygulamak için, yapılması gereken hazırlığı sırasıyla yazacak olursak: Kasım ayında bahçede uygun gördüğümüz bir yere 30cm derinliğinde bir çukur açılacak. Bu çukura yanmamış at gübresi yerleştirilip, üstü toprakla güzelce kapatılacak. Çukurun yerini belirlemek ve unutmamak için üstüne sağlam bir çubuk dikilecek. Mart ayında çubukla işaretlediğimiz bu çukur açılacak. Çukurun içindekiler kürekle poşete alınıp, imha edilecek. Dana burnu ile mücadele için, bu işlem özellikle tavsiye edildi.
*Evde yetiştirdiğimiz pembe domates ve diğer bitkiler için “evde doğal gübre yapımı” hakkında verilen tarife göre eylül ayında şöyle bri karışım hazırlanıyor: Bir avuç kuş gübresi veya bir avuçtan fazla keçi gübresi, üzüm çekirdeği, sebze artıkları, meyve kabukları uygun gördüğünüz bir kabın içinde karıştırılacak. İçine yumurta kabukları, demlenmiş çaydan kalan çay çöpleri, kahve telvesi, kül ilave edilecek ve ağzı kapanıp bekleyecek. Mart ayında ekim yaparken, evde hazırladığımız gübre toprağa karıştırılacak.
*Saksı topağının su tutmasını sağlamak için, toprağa “ponza taşı” yerleştirmek iyi olur.
*Kabuklu sebze ve meyveleri dinlendirilmiş suyla sulamak gerekir.
*Sönmemiş kireç toprağa verilirse, toprağım kalsiyum oranı artar.
*Demir eksikliğine karşı, saksının içine paslanmış çivi bırakılır. Tenekede bitki yetiştirmek, toprağın demir açısından iyi olmasını sağlar.
*Satılan bazı tohum paketlerini üstünde “YILLIK” yazıyor ise, bu tohumlar hibridtir. Hibrid tohumdan yetişen bitkiden bir daha tohum alınamaz.
*“Kilitlenmiş tohum”: toprağa bir kere bu tohumdan ekilirse, bundan sonra hep aynı yerden aynı tohumu almak ve o toprağa başka tohum ekememek anlamına gelir.
*Pembe domatesin üretilip, tüketiciye ulaşması ve tüketilmesi için görüntüsünün, lezzetinin ve kokusunun tanıtılması gerekmektedir.
PDA’nın geniş katılımlı gelecek toplantılarında birlikte olmak ve 2008 yılının bereketli olması dileklerimizle II. Toplantımızı tamamladık. - Emine YALÇIN

TANSUG Notu: Yukarıdaki "doğal mücadele reçeteleri" (kahve telvesi, sirke v.d.) toplantıdaki tartışmalar sırasında ileri sürülmüş olup, PDA tarafından denenmiş ve önerilmiş değildir. PDA önerileri  REHBER_I, II ve III 'lerde yer almaktadır. 

Ağustos 29, 2007

SABAH SABAH

Bu tırtıl meselesi yüzünden galiba sabah yürüyüşlerinden feragat etmem gerekiyor... Bu sabah erkenden bir tane daha "enselendi"! Sonra girişmişken biraz çapalama, biraz daha bakım derken, bir tanesinin toprak yüzeyine bir salyangoz çıkmaz mı?

Dehşetengiz bir domates kitabı var elimde. Tübitak'ınki değil (*). Hasad Yayıncılık'ın çıkardığı. Adı "Serada ve Açık Alan'da Domates Yetiştiriciliği"! Orada tırtıllar için "son yediği filizin altında da yatar uyur" gibi bir şey deniyordu, o yüzden sabah gözüm hep topraktaydı. Ama bunu saksıda iken yakaladım... Aynı kaynakta toprakta saklı duran "pupa"ların, çok sıcak havalarda normalinden daha önce "içindekileri" faaliyete geçirdiği de yazılı.
Aynı yayınevinin bir de "Domates Hastalıkları" kitabı var. Her iki kitap da endüstriyel üreticileri hedefleyerek yazılmış. Organik tarım endişesi pek taşımıyor bu yüzden. Kimi yerlerde "doğal mücadeleyi kimyasala tercih edin" yollu mesajlar varsa da... Ne var ki teşhisi orada, tedaviyi bizim yöntemlerle yapabilmek açısından önemli... (Bir dost toprağın üzerine kireç serpilmez ise bu turtılların her şeyi mahvedeceğini söylemiş.)
Bu 2007 yazının bize ettikleri yetmiyormuş gibi şimdi bir de "tırtıl-avcısı" olduk! PDA üyelerinin üzüntülerine üzülürken üzerine, ayrı bir suçluluk duygusu eklenmesi hali... Durum gerçekten çok ciddi. Şakaya vurmasak daha da kötü hissedeceğiz...
-----------------------
(*) Suçu kullandığım şüpheli toprakta bulduğum için "...Yeşilkurt, pupa dönemini kışın toprakta geçirip ilkbaharda kelebek oluyor. Yumurtalarını bitkinin değişik kısımlarına bırakıyor. Larvaları son dönemine gelinceye kadar farketmek zor. Tahmin ettiğiniz gibi, pupa halinde 'özel karışım'ın içindeydiler. " diyen PDA üyemiz Sayın Selma Uzun, hanidir bu kitabı tavsiye ediyor. Kitabın çevrimçi bilgilerine hala ulaşamadım. Kitapçılardan aramak lazım...

Temmuz 08, 2007

BİYOLOJİK DAYANIŞMA - KORUMA





Arıları davet etsin diye lavanta, örümcekleri uzaklaştırsın diye kadife çiçeği!

Şubat 21, 2007

TOHUMCULUK KANUNU TARTIŞMALARI ve BİR MAKALE

Tohumculuk Kanunu Konusundaki Tartışmalar ve
Aynı kaynakta (tarimsal.com) Ziraat Mühendisi Hakan Ozan Erzincanlı'nın "Tarım, Dünya ve Doğal Hayat" başlıklı makalesi...

Şubat 18, 2007

PDA 2007 MANİFESTOSU

Geçen hafta bugün (11 Şubat Pazar) Armada'daki I.PDA Buluşması'nda yaptığımız sunum, *pdf formatına dönüştürülerek web'e yüklendi. Buraya tıklayarak indirebilirsiniz.
Bu sunumda şimdiye kadar bu web kütüğü üzerinden paylaşılanların ve yaşadıklarımızın kısacık bir özetinden sonra, "bunu niye yapıyoruz?" sorusuna yanıt olan PDA 2007 Manifestosu yer alıyor. (Sayfa 21):

P.D.A. 2007 Manifestosu:
•Bizler, 2006’da bu ülkenin ürünü olan ve gelecek kuşaklara miras bırakılması gereken doğal tohumlara, nesli kurumaya yüz tutan, leziz “pembe domatesler” üzerinden sahip çıktık!

•Onları 2007 ve gelecek yıllarda da evlerde, balkonlarda, bahçe ve tarlalarda, “temiz” toprak ve doğal yöntemlerle yetiştirmeye azimliyiz!
•Onların da bu domatesleri aynı renk, aynı güzel koku, aynı lezzet ve aynı doğallıkta sürdürebilmesi için elde ettiğimiz tohumları çocuklarımıza ve gelecek kuşaklara aktarmakla sorumluyuz.
•Bunun için kendi aramızda yardımlaşırken tohumlarımızın genetiği ile oynanmaması, "terminatör" teknolojiler eliyle endüstriyel hale gelmemesi için pembe domates ağının genişlemesine çalışacağız!

Haziran 15, 2006

BAFRA'LI ÇİFTÇİDEN 2100 YIL ÖNCESİNE UZANAN ZİNCİR...

"Ekinleri ne sevindirir, toprak hangi yıldızda alt üst edilir,
hangi yıldızda asmalar karaağaçlara sarılır,
sığırlar nasıl bir bakım ister, koyunlar nasıl,
nasıl yetiştirilir tutumlu arılar,
işte şiirime bunlarla başlayacağım, Maecenas!"

* * *
"Ya ne demeli, tohumları saçıp toprağıyla göğüs göğüse çarpışan
kısır toprağın tepeciklerini dümdüz edip de
derelere, çaylara hakim olan ve onları tarlasına yönelten çiftçiye?


KAYNAK: M.Ö. 70-19 yılları arasında yaşamış Roma'lı şair Publius Vergilius Maro'nun M.Ö. 30 yılında yazdığı "Georgica" şiiri.

Prof. Dr. Çiğdem Dürüşken'in Türkçe'ye "Çiftçilik Sanatı" başlığıyla çevirdiği bu kitap, 2006 yılında evde ya da bahçede pembe domates yetiştirmeye çalışanlar için bile önemli teknikler ve ipuçları içeriyor. Vergilius'un yapıtına başlarken seslendiği "Maecenas" da Sezar'ın siyasal anlamda en güvendiği danışmanı ve kültür elçisi imiş. Şair bu zahmete niye mi girmiş? "Latin ruhu"nun en önemli iki ögesinden biri olan "tarım"ın (öteki de askerlikmiş) unutulmaması, bir devlet politikası olarak dikkate alınmasını sağlamak için. Çok heyecan verici bir yöntem değil mi yönetim politikasında söz sahibi olmak için şiir yazmak? Üstelik aynı anda tarımsal kültürü yaşatıp, işlevsel bilgiler de vermek?

Dün akşam Konyarlar'la birlikte idik. Gündemin önemli bölümünü pembeler kapladı doğal olarak! Bunların toprakta "kalsiyum" sevdikleri konuşuluyordu bir ara. Rasim, civarda bol miktarda kum midyesi kabuğu bulunduğundan, onları fideleri ektiği toprağın üstüne serpeceğinden sözetti.

Ya Vergilius'un bundan ikibin küsür yıl önceki tavsiyesine ne demeli? (Aynı kitap sayfa 33:)

"Tarlana hangi ağaç fidesi ekersen, ek bir de
zengin gübre serp mutlaka, unutma bol toprakla örtmeyi de,
gözenekli taşları ya da sert midye kabuklarını göm içine;
aralarından su sızacak böylece, incecik buharlar süzülecek derinlere,
ve sürgünler boy atacak içe içe..."

"İçgüdüsel" organik tarım yapan ve toprağı sütle sulayan Bafralı çiftçiyi, Romalı şair Vergilius'u -ki bir çiftçi çocuğuymuş- ve kentsoylu heykeltraş Rasim'i yaratıcı ve üretken kılan bu kültür, şimdi elle tutulur mu tutulmaz mı? Korunur mu korunmaz mı? Kalk Raci hoca kalk, kalk da sen ver cevabı, ben içinden çıkamıyorum bu rastlantıların artık. Daha fide bulacağız yeni üyelerimize... Allahtan buralarda "bahar uzadı" Hümeyra'nın yorumuyla. Hala vaktimiz var balkonlarda denemeler yapmaya...
****************
EK:

26 Ocak 2009

Yukardaki içeriği gireli 3 yıl olmuş... Bu sabah bu web günlüğü ile ilgili istatistiklere bakarken bir bağlantı dikkatimi çekti. Prof. Dürüşken'in de bir web günlüğü var. Bu kitap ile ilgili içeriğe bizim yukardakini de "Bir Yorum" başlığıyla eklemişler.
Ben de onu bu web günlüğüne tekrar eklemek istedim. Ama yeni bir içerikle değil de bunun altına! Pentimento gibi oldu böylece!