Mayıs 30, 2006

SAHİP BİZİ TARLAYA GÖTÜR!


Varol Çiftliği'nde "ocaklar" açılmış, (bu çukurlara öyle denirmiş, acaip bir terminoloji zenginleşmesine maruz kalmış durumdayız) diplerine organik gübreler konmuş...
Bahçıvan ağabey de bizim "home-made fideleri inceliyor!

İlki dikilmiş bile... İyice bastır, ört üzerini...

Sıra diğerlerinde...

(Bu serüveni de aynen böyle izleyeceğiz... Devamı da iki hafta sonra!) Posted by Picasa

BÜYÜK GRUBUN DİKİLDİĞİ YER: TEKİRDAĞ YAKINLARINDA METİN VAROL ÇİFTLİĞİ

Daha önce MAT'ın önemli bir miktar fideyi alıp bahçıvanlı bir çiftliği olan arkadaşına götürdüğünü söylemiştim. O arkadaş; Armada yöneticilerinden dostumuz Metin Varol. Kendisini tanıdığımda baskın hobisi nümizmatlık olan Varol, para ile pulla uğraşmaktan çok sıkılmış olacak herhalde ki şimdilerde "doğaya dönük" hobiler edindi. "Kuş yetiştiriciliği"nden sonra ekip-biçme işlerine de merak sarmış ve Tekirdağ yakınlarında bir arazi almış. Burayı "arındırmaya" ve organik tarım yapmaya niyetli (Nitekim benim "pembe"leri alıp da onları tarım ilaçlarıyla, şunla bunla yetiştirmek durumunda olan kimseye vermedik hiç). Bu tarlanın geçmişini bilmemekle birlikte, Varol'un söylediği kadarıyla şu andan itibaren pembe domateslerin oradaki yaşamlarını doğal yöntemlerle sürdürmeleri için önlemler alınmış durumda. Bakalım, aslolan "evdekiler" tabii, ama bu tarla versiyonunu da izleyeceğiz...
Geçen Cuma evden ayrılan pembeler, Cumartesi (27 Mayıs) "nizami" olarak Varol Çiftliğindeki yerlerini alıyorlar... Bunları "evlat edinen" Metin Varol da (resimler için çok teşekkürler!) cep telefonuyla (yukarıdaki gibi) adım adım görüntülüyor tarlasal aşamayı...


Evden gidiyorlar!





Tarlaya ulaşıyorlar!

Mayıs 28, 2006

KOMŞUMUZ PEMBE HANIM YAZMIŞ: "Pembe domatesler"

" Apartmanda böylesine bir serüvene girişmek, bana çok uzun yıllar önce Amerika'da aldığım bir yöneticilik dersini hatırlattı. Yöneticilerin sabırlı olmayı öğrenmeleri ve yol boyunca karşılaştıkları problemleri sabırla çözebilmeyi öğrenmeleri için verilen bu dersi almak da mecburiydi. Bütün bir sömestr boyunca bu derste öğretilenler, bazılarına dışardan bakıldığında çok basit gözükse bile çok zor bir dersti. Bu ders çeşitli tohumları elde edip, onları ekip, büyümelerini gözlemlemek ve onları yazıya dökmekten ibaretti. Bir çeşit doğanın bize verdiği çok önemli dersi bize hatırlatmaktan başka bir şey değildi. Orada bize öğretilen aslında çok önemli ve basit bir gerçekti: Her şey emek ve sabır ister. Bir şeyi yaşatmak, büyütmek ve ondan meyve alabilmek için doğumundan itibaren özen ve emek göstermek gerekir. Emek verilmeyen tohumlardan çıkan bitkilerle; emek verilmiş tohumdan çıkan fidenin farkı çok büyüktür. Bir günde değil 'pembe domates' hiçbir şey yetiştiremezsiniz... 'Apartmanda pembe domates' serüveni. Hem de bizim apartmanda! Hemen bu heyecanı paylaşmalıyım onlarla. Üstelik dikim törenini bile kaçırmışım, hemen zaman kaybetmeden 'pembe domateslerime' kavuşmalıyım. Bu akşam her şeyi bırakıp elimde boş saksılar Tansuğ'lardayım."
(-Başlangıcı bizi hayli mahcub eden hoş algılarla dolu- yazının tamamı için başlığa ya da onun fotoğrafına tıklayabilirsiniz!)

Mayıs 27, 2006

"ÇAPALAMA", "KOLTUK ALMA" ve "İPE ALMA"

Internet'teki kaynaklardan bakıp bakıp saksıdakilere, sanki tarladalarmış gibi davranıyoruz. Bugün "Çapalama" ve "İpe Alma" işlemleri uyguladık. Doğal yöntemlerle nasıl büyütülür peki bu canlı? Biraz kulaktan kulağa, biraz içgüdü, biraz teori ile belki de kafa göz yara yara birşeyler yapıyoruz... Moilere'in "nesir konuşuyormuşum" diyen kahramanına mı döneceğiz sonunda? Her neyse, "sentetik" tavsiyeleri gözardı edersek şunlardan yararlanmak mümkün:

"İpe Alma" yani çubuk/sırık (buna "herek" de dendiğini de öğrenmiş olduk böylece) dikip fideyi "başı yere eğilmesin" diye bağlamayı Tarım Bakanlığı sitesi şöyle tarif ediyor:


"SIRIK DOMATES HEREĞE SARDIRILIR
Sırık domates çeşitleri bu bakım işlemleri
yanında sırığa ihtiyaç gösterdiklerinden diğer bazı bakım istekleri de vardır.
Sırık domates bitkileri 30-35 cm kadar boylandığında bitkinin kuzey tarafına 10
cm kadar uzağına herek toprağa sıkıca yerleştirilir ve dipten itibaren ikinci ve
üçüncü yaprağın dibinden rafya ile ∞ işareti şeklinde bağlanır. Bu bağlama
işlemi bitkiler boylandıkça her 30-35 cm'de bir tekrarlanır."

Çine Tarım Dergisi'ne bakılırsa "ipe alma" ile "sırıklara bağlama" aynı şey değil! İpe almada bildiğimiz ip ile yatayına yapılan bir işlem de var:


"Askıya alma şekilleri şunlardır: Fideler yerlerine dikildikten sonra sıra üzeri
boyunca yerden bir ip çekilir. Askı ipinin bir ucu yerdeki ipe, diğer ucu
yukarıdaki tele bağlanır ve bitki bu ipe sardırılır. "

Erzincan Bahçe Kültürleri Enstitüsü daha net tarifler vermiş:

Çapalama Nasıl Yapılmalıdır?

Fideler gelişmeye başlayınca I. çapa yapılır , kök boğazı doldurulur. (Kök boğazı da neresi tam olarak acaba??? A.T.) II. çapa, I. çapadan 2-3 hafta sonra yapılır ve ipe alınır. Kaymak tabakası kırma, yabancı ot mücadelesi, toprak havalandırılması için, gerekli görüldükçe çapalama birkaç defa daha tekrarlanır. Yüzeysel kökler nedeni ile derin çapalamadan kaçınılmalıdır.
Askıya alma ve Budama
Domates 15-20 cm. boylanınca II. çapa esnasında dip kısmından genişçe olmak şartıyla bir düğüm atılır ve diğer tepedeki tele bağlanarak ipe alınır; ancak bitkinin gövde ve büyüme noktaları gevrek olduğundan ipe alma ve sarmada bitkinin yaralanmamasına dikkat
edilmelidir. Budama; Koltuk ve yaprak alma, tepe vurma şeklindedir. Koltuk alma; ana gövdeden çıkan yaprakların koltuğundaki yeni sürgünler 2-3 cm iken koparılır. Yaprak alma; en alt salkımda meyvelere ben düştüğü zaman salkım altındaki tüm yapraklar ve hastalıklı,yaşlanmış, kurumuş tüm yapraklar koparılır. Tepe kesimi; mevsim şartlarına ve meyve durumuna göre 4-8 salkımdan sonra iki yaprak bırakılarak vurulur. Meyve salkımı ucunda oluşan sürgünler koparılır. (Aman allahım o günleri bu saksılarla görecek miyiz
acaba? İnsan nasıl kıyar da "vurur" bunlara. Düpedüz kafa uçurma bu anlatılan!
A.T. )

Sulama Nasıl Olmalı?
Domates bitkisinde ilk meyve görülünceye kadar sulamadan kaçınılmalı ve bu ihtiyacı çapalama ile giderilmelidir. Sulama zamanının tayinini belirlemek için; bitkide renk koyulaşır tüylülük artar, koltukların kopması güçleşir, sabahın erken saatlerinde yapraklar donuk renkte ise bitkinin sulanması gerekir. İlk meyveler görüldükten sonra sıcak havalarda hafif topraklarda her 2-3 günde bir,ağır toprakta 3-7 günde bir sulanmalı, az su sık aralık prensibi uygulanmalıdır.
X X X

İşte "kıyasen" uygulanan tavsiyeler:
Çapalama. Mini çapa ile.














İpe alma:














27 Mayıs 2006 itibarıyle manzara:

Mayıs 26, 2006

BİR "PEMBE DOMATES AĞI" KURULUYOR!

Nereden nereye! Buzdolabındaki masum kurumuş çekirdeklerin şu gücüne bakar mısınız? Bir "Pembe Domates Ağı" kuruluyor şimdi!
Bu serüvene başladığımda ilk fidelerden tabii ki eşe dosta vermiştim. (İki adet domatesin çekirdeklerinden saymadım ama herhalde 100'e yakın fide çıktı. Nasıl oldu bu hala aklım almıyor, çünkü çekirdek sayısı hiç de fazla değildi.) Bugün MAT fidelerin büyük çoğunluğunu bahçıvanlı tarlası olan bir arkadaşına götürdü. Trakya'da bir tarlada devam edecekler yaşamlarına. Ben evde tamamen doğal malzeme ile onları büyütmeye çalışırken, o bahçıvan orada ne yapacak onlara çok merak ediyorum.
Şu anda dikilmemiş olup ilk gelişenlerden evde 6 fide kaldı. 2'sini bu akşam apartman komşumuz Pembe Candaner alacak. Kalanları da Şile'de çiftlik evi olan Konyar'lara ayırdım. Onlar da gidince geriye "Denekler" ile "yavaş gelişenler" kalacak. Yukarıda soldaki resimde ortada duruyor "Denekler". Onları ne yapacağımı henüz bilmiyorum.
Sağdaki resim de dün sabah erkenden çekildi. Tüm fideler bir aradayken çekilmiş son resim! "Doğan güne merhaba" mı taksak adını bu resmin ne yapsak? Ama daha fazla da tutamazdık ki böyle...

Dün akşam Pembe Hanım ile konuşurken, bu web-kütüğünde sadece bizim evdeki değil, diğer evlerdekilerin de hikayesinin paylaşılmasının yararlı olacağını gördük. Bunun üzerine ilk fideleri alanları bu bloga davet ettim. İlk gelen yeğenim Zeynep Uygun oldu. O bahçesinde geniş bir saksıya dikmişti. Yarın kendisi girecek içeriğini. Diğer "ev bahçıvanları"nı da bekliyorum. Onlar kendilerini biliyorlar! Çok renklenecek ve şenlenecek burası böylece. Bu arada bu insanların kendi aralarında daha çabuk iletişim kurup bilgi ve deney alışverişinde bulunması için de Yahoo'da bir grup kurduk. (Linki başlıkta saklı, sağ panelde de var)... Sonuncusu "evde organik domates yetiştirme" işine merak sarmış herkese açık. Girin, üye olun, şu türün doğallığını yitirmeden yaygınlaşması için hep birlikte uğraşalım! (Münevver, görüyor musun, teşvikin ne boyutlara varıyor! Sağol!)

HAŞARAT İLE İLK FLÖRT...

O kadar sarıp sarmaladık ama dışarıdaki saksılardan birinde küçük bir vukuat var! Üstüne giydirdiğimiz o koruyucu şeyin deliklerinden içeri sızan sızmış bile. Yaprakların bir kaçının tadına bakılmış! Bunu yapanın kim olduğunu saptayamadım. Neyse önemli değil. Bunları bekliyoruz zaten. Kahramanca savunacağız bizim canlıyı.
Ben en çok kırmızı örümceklerden korkuyordum hemen hücum edecekler diye. Çünkü aynı balkonda yaşayan sardunyalarda sanki kırmızı örümcek fuarı var. Sabunlu suyla yıkıyoruz "bize misin?" bile demiyorlar. Ha, biraz renkleri atıyor, "pembe örümcek" oluyorlar bir kaç saatliğine. Domatese bayılırmış bunlar. Evin içindekilere de bazen sinek, sivrisinek, tatarcık gelip gidiyor, özellikle cam önündekilere. Onlar da görüldüğü yerde (Denize Karabuda'nın hediyesi olup tesadüfen işin ruhuna da çok uyan yeşil renk ve yaprak biçimindeki, "özel tasarım"!) bir "sineklik" ile hallediliyorlar! Ama kırmızı ya da beyaz örümcekler balkondaki domateslere "sardırırsa" "sabunlu su" ile başa çıkabilecek miyim bilmiyorum... Arka balkondakiler en şanslı grup galiba. Güneşi daha az alıyorlar ama rahatları yerinde!

SIRIK NİYETİNE ÇUBUK



Bunları Praktiker'de bulup almıştık. Yurtdışındaki sevgili kızım bu web-kütüğüne habire neyi nereden aldığımı yazmama kızıyor. "Reklam yaptığını sanacaklar" diyor. Sanmayın öyle sakın! Bu zahmete -bu web-kütüğünü tutma işi, onca başka işin arasında- girişmemin nedeni, hem işin gidişatını belgelemek hem de benzeri biçimde, evde domates yetiştirmeye kalkışanlara kolaylık sağlamak.

Bunlar bambudan yapılmış, hem oldukça sağlam hem de hafif çubuklar. 1,5 m. uzunlukta olanları büyücek saksılar için, daha kısa olanları da daha küçük yassı "dik4gen" saksılar için kullanacağız. Soldaki ters "U" biçiminde olanları da o kullanmadığımı söylediğim şeffaf örtüyü taşırlar diye almıştık. Şimdilik boşta duruyor onlar. Belki sonra devreye girerler...

Çubuklar, "Doğaya borcunuz 7 ağaç" kutusunun önünde boşuna poz vermediler elbette. O kutuyu ÇEKÜL'den alabilirsiniz. Evinizdeki atık kağıtları biriktirmek için!

Mayıs 25, 2006

BALKON DİKİMİNDEN HEMEN SONRASI

MAT ile birlikte her türlü "lojistik" tartışmasını "güya" sonuçlandırıp "ağır basanın olumludan yana olması" temennisi ile balkona pembe domates fidelerinin dikim işlemlerini tamamlıyoruz anlı şanlı "19 Mayıs 2006, Cuma, Gençlik ve Spor Bayramı"nda! Tabii asıl sorun şu nadir, nazlı, lezzetli, yeşilken toplanıp sonra pembeleşen, ince kabuklu, sulu, aromalı, anlatılmaz güzel domatesleri nasıl yaygınlaştırabileceğimiz! Bunun için bir taraftan fideleri daha kimlere verebileceğimizi konuşuyoruz... MAT; -ki kendisi gerçek anlamda bir "stratejist" olup bunun yüksek sesle söylenmesinden hiç hazetmez,- tüm dirayetiyle dikim sonrasına müdahale ediyor! Haksız da değil, çünkü en riskli yere, "egzoslu balkon"a dikilmiş fideler. "Müdahale"O bir önceki metin girişinde sözettiğim "kukuleta"ların, çubukları çakılmış, bağcıkları "yana yatmış 8" ("sonsuz işareti") şeklinde bağlanmış, "can suları" verilmiş fide saksılarına "giydirilmesi" biçiminde tezahür ediyor! Giydirmekle de yetinmeyip, teknolojik ya da "sistem perfeksiyone" önlemler alınıyor... MAT önlemlerinin başında -"sırık domatesi" ya bunlar bir taraftan da- "sırık" niyetine aldığımız bambu çubukların "kırnap" ile birbirine bağlanması geliyor. İki nedenle. Birincisi domatesler büyüdükçe bu sırıklar onların dik durmasına yardım edecek. İkincisi koruyucu kılıfları da onlar taşıyacak. Bağladıkça bağlıyor çubukları birbirine. Sonra durup bir bakıyor "konstrüksiyon"una. Sanki deprem bölgesine inşaata nezaret ediyor muhterem! Sonra tekrardan koruyucu kılıflar geçiriliyor saksılara...
Efendiiim, daha fazla lafı uzatmaya gerek yok elbette. İşte bu içerik girişiyle ilgili görüntüleri verelim hemen:

Mayıs 20, 2006

SABAH - "Urettiklerinizi yiyin'

Bir gazete haberi bugünden: SABAH

DİKİM SIRASI GÜNEŞLİ AMA FECİ EGZOS ALAN BALKONA GELİYOR!

Açık hava, bol egzos...

Daha önce de yazdığım gibi, bu evde iki balkon var. Biri camekanlı, temiz havalı, ağaçlık bir alana bakan ve az güneşli, diğeri açık, daha çok güneş gören buna karşılık yoğun bir trafiğin aktığı caddeye baktığı için, toza, egzosa, küfe, mantara, börtü böceğe, serçe, kumru, karga türü kuşlara da açık olan balkon. Daha önce diktiğim domatesler, şu anda birincisinde ve sakin bir gelişim gösteriyor. Ağır ağır büyüyorlar. Temizler. Henüz herhangi bir başka canlının ilgisini çekmiş gibi gözükmüyorlar. Evin içinde ve güneşli pencere önünde duranlar da öyle. Ama dedim ya, "merak" peşimi bırakmıyor. Evdeki tek güneşli balkona da dikeceğim birazdan. Güneş açısından "doğal ortamları"na en yakın yer orası çünkü. Bu yüzden iki farklı saksıyı hazırlamışım zaten. Biri yuvarlak, derin ve büyük, diğeri ince uzun dikdörtgen, sığ. İkincisine sonradan büyümeye başlayan kısa boylulardan dikeceğiz. Pigmelerden! Yuvarlağa da yolu tutmuş olanlardan iki adet dikilecek. Bugün günlerden 19 Mayıs. Bizim için çok önemi olan bir gün... Tam zamanı yani... Balkon ve pencereler bayraklanmış. Ortalık bulanıksa da anılar taptaze...
Yine de yıllardır azimle canlı ve formda tutmaya çalıştığım sardunyalarımın orada en fazla bir hafta "güzel" kalabildiği, oncağızların orada sanki "balkon çiçeği" değil de düşmandan korunmak için kamuflaj yapmış "gerilla" gibi şekilden şekle girdiği, haşaratın birinden kurtulur kurtulmaz, bir yenisi ile mücadeleye başladıkları, bütün bu savaş boyunca onlarla "stratejik ortaklık" kurup, destek vermek zorunda kalanın da "ben olduğum" hiç aklımdan çıkmıyor. Bu yüzden her iki tarafın da yükünü hafifletmek için bazı önlemler almak gerektiğinin "bilincindeyim"! (Bizim kuşağın jargonunda "16 kelimeyle konuşmak" diye bir espri vardı, bu giriş de ona benzedi şimdi!) Neyse ne. "Türk yılmaz"! Bu dikim yapılacak bugün!

"Domates Olgunlaştıran Kukuleta"!

Balkona dikim yapmadan önce yine yollara dökülüp bu kez de bitki dükkanlarında "koruma malzemesi" araştırmıştık MAT ile. O da ne? "Domates Olgunlaştırma Kukuletası"!- "Tomato Ripening Hoods" - "Tunnel di Plastica per la Maturaizone dei Pomodoro" - "Tomat Modningshetter"... ve üzerine daha bir sürü dilden "ad" yazılmış bir ürün. (Türkçesi de varmış, şimdi resmi yüklemek için yakından bakarken farkettim, "Domates Erme Başlıkları" diye çevirmişler. Ne o öyle "erme" filan? "Olgunlaşma" ile "erme", "olgun" ile "ermiş" aynı şey mi yani? "Başlık" yerine şimdi inadına "kukuleta" demek istiyorum. Aslında "torba", "yağmurluk", "duvak", "mini-sera naylonu", "kılıf", "koruyucu" filan daha bile uygun düşer de şu "kukuleta" şimdi nedense daha çekici gözüktü gözüme. Sesi tıpkı "Çikolata" gibi. Çikolatayı kim sevmez? Sevmedim o tercümeyi. Her neyse.) Hemen atlamışız üzerine. Aradığımız "koruyucu" değil mi? (Aslında bir ürün daha bulup aldık ama onu şimdi kullanmayıp, sonraya sakladığımız için burada söz etmeyeceğim. Bu bir tür "tarla battaniyesi". Fideleri diktiğiniz alanın üzerine onu örtüyorsunuz. Mışıl mışıl gelişiyorlar. Çok ilginç. Nasılsa tarlamız yok. Bu iki üç metrekarelik alanlardaki paslaşmalar için fazla lüks. Geçiyoruz.)

Neler neler yapmış elalem, hem bize de yollamış. Bakmayın öyle Birleşmiş Milletler bildirisi gibi ürün üzerine otuziki düvelin dilinden yazılar yazmalara, alt tarafı basit bir "delikli ve uzun bir naylon torba"dan ibaret olan bu "kukuleta" paketinin üzerinde aslında "Çin Malı" yazıyor. Yukarıdaki resmin üzerine tıklayın, siz de yakından görün. "Bütün yollar" Pekin'e mi çıkıyor artık? Galiba! Paketin sağındaki de Münevver'in bana "fideleri diktikten sonra bir çubuk dikip bir ip ile bağlayacaksın, fide toprağa asla değmeyecek!" dediği ip. Sonradan bir yerde "olması lazımgelen ip" babında okuduğum "rafya". O da "Garda" mamulü. "Doğal ip". Samana benziyor.
Şu "delikli naylon torba"nın deliklerini delerken de ofislerimizde kullandığımız zımbaya benzer birşey kullanmışlar herhalde ve de çıkarılıp atılması gereken küçük yuvarlak kısımların çoğu konfeti gibi üzerine hala yapışık. Buna sinir oluyorum. Ne olacak o küçük naylon "daire"ler şimdi? Oraya buraya mı uçuşacaklar? Yoksa sevgili fidelerimize mi yapışacaklar? Bu da bir çevre kirliliği değil mi? Ne iş yahu? Neyse şu anda bundan dolayı kimseye hesap soracak lüksümüz yok. Onlara gelene kadar fideleri gözle görünen görünmeyen bin türlü "musibet" beklerken hele... Zaten birazdan balkon operasyonu da sonuçlanacak. Bu sefer buna "tıpkı temel atma töreni gibi" diyemeyeceğim. Ağır basan yine "Ispartalı ebeveyn sendromu"!

Mayıs 14, 2006

HENÜZ DİKİLMEYENLER


Bunlar da dikilmek için sıralarını bekliyor... "Buzluktaki domates çekirdeği"nden gelinen şu manzaraya bakın... Çekirdeğin bir aylık yaşam mücadelesini buraya kadar özetledim... Bundan sonrası artık nitelik değiştiren canlının dönüşümünü izleme biçiminde gelişecek. Ona çeşitli biçimlerde ilgi gösterecek diğer canlılarla ve doğal olmayan dış koşullarla mücadelesini izleyeceğiz. Ben de elimden geldiği kadar yardımcı olacağım onlara...

13 MAYIS 2006: DİKİM ANI...

Neredeyse temel atma töreni gibi bir an! Onlarca fidenin içinden hangilerini önce dikeceğime karar vermem zor. Çünkü sadece 10-15 tanesini dikip bakabileceğim evde. (Diğerleri muhtelif yerlere gidecek, deneyler devam ediyor!) Kökleri en çok dışarı çıkmış, uzayıp gitmiş olanları mı, daha fazla dallanmış, yapraklanmış olanları mı yoksa gövde boyu en çok uzamış olanları mı? Bir kaynakta fide dikiminde ölçüt olarak "gövde kurşun kalem kalınlığına eriştiğinde, boy da 15 cm. olduğunda" diyor ama benim fideler zaten bu nitelikte değil. Sonuçta sosyal adaletçi bir yaklaşımla "hepsinden biraz" diyorum ve dikmeye başlıyorum ağır ağır... Çocuğu ana okuluna bırakmaya benzeyen bir duygu. Tabii bu aşamada önemli olan dikilmişlerin evin neresinde duracağı. Evde iki balkon var. Birisi bol güneşli, açık, ancak caddeye cepheli olduğundan egzos, toz, pis, börtü-böcek, beyaz-kırmızı örümcek (sonuncusu domatese bayılırmış, ben ki sardunyalarımı onlarla paylaşmaktan yoruldum, onlar hala işe devam ediyor) , karga, saksıda oturmaya bayılan meydan kumruları gibi her türlü canlının cirit attığı bir balkon. Nitekim "Denekler" oraya dört beş gün ancak dayanabildiği için şimdi içeri alındılar ve de "wellness!" seansındalar. Diğeri camekanlı, temiz havalı, serince ve az güneşli. Münevver, "egzos almayan bol güneşli balkona koy, lezzetini çok etkiler" dediyse de öyle bir balkon yok ki! Bu yüzden ön balkona bir tane ince uzun saksı, içinde üç-dört fide konup denenecek ne olacağı. Diğerleri camekanlı balkonda kalacak. Bir iki tanesi de güneş alan salonda, iç mekanda, cam önünde olacaklar...

DİKİM HAZIRLIĞI

Saksılar dikime hazırlanıyor...














Bu arada iki farklı zamanda alındığı için hepsi aynı olmayan saksılardan en soldaki koyu yeşil İtalyan malı, sağdaki yerli. Yerli malı saksıların delikleri kapalı. Elle delmek zorunda kalıp dünya kadar zaman kaybediyorum. (Tıpkı "ambalaj" sorunumuz gibi. "Buradan açılır" diye yazan herhangi bir ambalajın gerçekten "oradan" ve "rahatça" açıldığına tanık olduğunuz herhangi bir yerli ürün varsa lütfen bildirin!)

Ya fideler ne durumda?
Gelişmişlik farkı hızla artan fidelerden erken çıkıp yol alanlar harika bir görüntü yaratıyor:

SIRA TOPRAK ve SAKSILARDA

Fideler türlü biçimde gelişedursun, Münevver, elektronik ortamda danışmanlık vermeyi sürdürüyor. Ekim yapılacak saksılar ve toprak bulma işi var sırada... Saksıların en az 30 cm derinliğinde olması gerektiğini ve her birine sadece tek bir fide dikilmesi gerektiğini öğreniyoruz. Peki toprak? "Bahçe-2006" fuarına gidip soruyoruz, "biraz organik toprak var mı?" diye. Bir katılımcı bize "Compo"nun sebze için özel organik toprağı olduğunu söylüyorsa da sonradan bunu çarşılarda bir türlü bulamıyoruz.
Sonuçta işin en başında kullandığım volkanik-organik toprak ve torfa ilaveten Münevver'in ömercan projesinde işbirliği yaptığı "English Gardens"'dan alınan (10 litrelik torbalardaki) organik topraklarla dikime hazırlanıyoruz. Saksılar da hazır...

Teneke saksılar yerine "çivi" takviyesi!

Münevver saksıların plastik olduğunu duyduğunda, "içine biraz çivi de atın" diyor. Kırsal kesimde saksı olarak geniş tenekelerde büyüyen canlıların çok mutlu olduğunu, nedeninin de tenekeden geçen "demir" olduğunu farkeden köylülerden -daha doğrusu onların içinde "plastiğe geçenler"den- duymuş. Her ne kadar bu serüvenin ilk haftasında, kısa bir seyahat için gittiğim Paris'ten ala ala "organik domates gübresi" ve "balkon bahçıvanı çantası" alarak dönmüşsem de kırsal kesim bilgeliğine saygım sonsuz!

Dolayısıyla şimdi de "çivi" arayışlarım üzerine MAT, hemen imdada yetişiyor, 10 tane 4-5 cm.lik demir çubuk buluyor bana.

Bu kadarcık "somut demir" benim saksılara yeter mi yetmez mi?
Orası meçhul henüz!

Demir çubuklar, diplerine biraz taş da konmuş saksılara birazdan paylaştırılacak...

Mayıs 13, 2006

"İLETİŞİM-SEVER"LER VE "DENEK"LER...


Bu kadar mı iletişime meraklı bu domatesler? "Sıkışık düzen / küçük kap" durumundan "tek başına/büyük kap"a terfi eden grup, bir gün içinde yeni yapraklar çıkararak mesaj veriyor... Bu arada bunları köklerine zarar vermemeye çalışarak birbirlerinden ayırırken, -sanki beyin ameliyatı mübarek, o kadar gerildim ki-yeni kaplarına olabildiğince "sağlam" dikmek için kimilerini de "harcamak" zorunda kalmıştım. O "harcananlar"ı da atmaya kıyamadım. Plastik fide tepsilerinden birine pek de fazla özenmeden diktim onları ve adını "Denekler" koydum:

Bu "Denekler" yüzünden, kendimi alttan alta, çocuklarını güçlü kılmak, onları haşin dış koşullara alıştırmak için olmadık sadistliği yapabilen bir "Ispartalı ebeveyn" gibi de hissediyorum, nazi dönemi Almanyasında ırkçı deneyler yapan laborantlardan biri gibi de. Ne beter bir bilinçaltı bu! Bu satırları kırsal kesimde yaşayan, "doğal tarım"ı da içgüdüsel olarak yapan, bunun bilgisini de kuşaktan kuşağa yine aynı doğallıkta aktaran birisi okusa "deli şehirli işte, no'lucak" filan mı der acaba? Tam da bunları yazarken aklıma rahmetli Raci Bademli hoca geliyor. Bir toplantıda "kırsal yaşam bilgeliği" diye nitelendirdiği bu olguyu ne kadar da güzel anlatmıştı... Sonra hızımı alamayıp, "Denekler"i, güneşli ama bolca da egzos alan balkona çıkarıyorum. Bakalım dayanabilecekler mi?

KÜÇÜK KAPTAKİLER NİYE BÜYÜMÜYORMUŞ?


Tek başına -su bardağı boyutundaki büyücek- kaplara ekilmiş olanlar hızla boy atarken, ikişer üçer bir arada ve küçük kaplara ekilmiş olanlar bir türlü büyümüyor. Bu küçük fide kaplarının kullanım kılavuzunda "hepsini bir tepsi içinde sımsıkı ve yanyana yerleştirin, bolca sulayın" yazdığından hep öyle sımsıkı ve yanyana durup duruyorlar.

Görünen ve görünmeyen yaşam mücadelesi

Bir gün bir tanesini çıkarıyorum aralarından ve gördüğüm şey beni dehşete düşürüyor. O küçücük, olsa olsa en fazla 2,5- 3 santimetre kadar boyu olan domatescikler, meğerse en az 10-15 cm. kök salmışlar. Kökler o kurutma kağıdı gibi kabı delip dışarı çıkmış. Uzamışlar, tepsinin altında yol alıp duruyorlarmış. Tuhaf bir mahcubiyet, hatta resmen suçluluk duygusu hissettiğim o sırada. Neyse acilen yeni bir operasyon başlıyor. Bu küçük kaplardaki, kökleri birbirine karışmış domatesleri tek başlarına büyümeye devam edecekleri, su bardağı boyundaki kaplara taşıyoruz teker teker... Özür dileyerek! Sonuçta fide ailesi aşağıdaki gibi bir görünüm arzediyor:

Mayıs 12, 2006

İLK YAŞAM BELİRTİLERİ


Derken bir sabah toprağın üzerine doğru yeşil yeşil uzanmaya başladılar.


Önce incecik bir gövde ve iki yana açılmış iki yaprak halinde fidecik. Kimilerinin de içinden çıktıkları çekirdek, kuruyup büzülmüş, yaprakların hala üzerinde! Öyle olanların üzerindeki çekirdeği yavaşça elle tutup atıyorum -öyle ya artık işi bitti!-, yapraklar özgürce iki yana açılıyor... Bir sevinç, bir sevinç...

Daha geniş aralıklarla tepsi gibi kaba dikilenler hızla boy atıyor, kök veriyorlar. Küçük kapların içindekiler daha sakin. Nedense boyları bir türlü uzamıyor. (Bunun nedenini daha sonra anlayacağız!)

Hızla büyüyen grubun kökleri de birbirine dolaşmaya başlayınca onları daha büyük başka birşeyin içine dikmeye karar verip, bu kez yine soluğu bahçe reyonlu bir markete atıyoruz. Praktiker'de 8-10 santim boyunda olan fide kapları ve "Magic-Mix" (üretimi yapan kuruluşun sitesi şu anda açık değilse de adresi: http://iyi.com.tr/) diye hem volkanik hem organik bir toprak buluyoruz. Büyük domates, küçük domatesi yemiyor, ama "erken kalkan yol alır"misali, onlar daha geniş kaplara geçiyorlar.

Bu Magic-Mix ilginç, suyu sünger gibi emiyor, plaj kumu gibi birşey. Adeta laboratuvara dönüyor oturduğumuz yer. Tuhaf kokuyor salon. "Organik toprak"ı "organik" yapanın "hayvansal katkı"(!) olduğu dank ediyor ama lamı cımı yok, önce domatesler!

Sonuç: Tohumların dikildiği kabın boyutu, cinsi, toprak türü ve tohum başına düşen santimetrekare toprağa bağlı olarak fideler arasında ciddi bir sınıf farkı ve gelişmişlik uçurumu ortaya çıkıyor. Oysa hepsi aynı domateslerin çekirdekleriydi...

Bu konuyla önceleri "konvansiyonel" bağlamda, son on yıldır dijital uçurum ve siber hukuk bağlamında "hemhal" olan bendeniz, fırsat eşitliği, altyapı ve üstyapı ilişkisini bir kez de domateslerin geldiği bu aşamada ve somut olarak algılıyorum...

HAREKETE GEÇİYORUZ...

Önce toprak sorunu...

Pembe domatesleri evde yetiştirmeye karar verdim. Verdim de bir yandan da olabildiğince "organik apartman tarımı" yapacağım. Çünkü Sevinç onları kayınvalidesinin "doğal yöntemlerle" yetiştirdiğini söylemişti. Bir yıl buzlukta beklettiğim "tohum/çekirdek"lere saygım sonsuz. Herhangi bir toprağa atamam onları. Münevver, "Git ormanda kestane ağacı bul, onun dibinden toprak al, en güzel orada yetişir" demişti. MAT (Mehmet Ata Tansuğ) "sen o toprağı adam edemezsin, onu alanlar kaynatırlar, sterilize ederler, uzun iş şimdi, bir yerlerden bulup, organik toprak alalım doğrudan" dediği için dönüp Münevver'le toprak pazarlığına giriştim: "Ormandan almasam, marketten alsam olmaz mı?" Tabii çekirdeklerin önce "fide" olacaklarını bilmiyorum henüz.

Münevver'den "olur" alır almaz, soluğu bahçe reyonlu marketlerde aldık. Biraz organik sebze torfu... Bir miktar da fide yetiştirmek için özel üretilmiş küçük kaplardan edindik... (KOÇTAŞ'ta hayli bol çeşidi var)... Önce bu kaplara toprakları doldurup suladım... Sonra törenle buzluktaki çekirdekleri çıkardım. Bir grubu aynı küçük kapların içine birer ikişer santim aralıkla, bir grubu da beşer altışar santim aralıkla kendi içinde çukurları olan tepsi gibi kaba yerleştirip üzerlerini bir santim kadar toprakla (torf) örttüm.

Sonra beklemeye başladık...

Hiç ihtimal vermiyorum aslında bir yıl buzlukta durmuş domates çekirdeğinden canlı birşeyler çıkacağına aslında ama, bir de çıkarsa çok sevineceğim!

"Domates Kardeşliği"

Sonradan farkettim ki aynı günlerde Vatan yazarı Tuğçe Baran da benzer bir girişim içinde imiş. O hazır tohum alıp dikime girişmiş. "Sabırsız Domatesçi" başlıklı yazısında bu duyguyu bakın ne güzel dile getiriyor:

"...Domates tohumları ıslak tülbent içine konuldu nihayet.. Saat başı
gidip bakmam haricinde durum gayet kontrol altında görünüyor.. (Olmamışın tohumu olmuş, bir merak, bir merak, ölecek!) Kendimi hamile kalmış, daha doğrusu kalmaya çalışan biri gibi hissediyorum.. Çok tuhaf bir durum. Olacak mı olmayacak mı diye öleceğim heyecandan.. 'Bu saatten sonra domates yetiştiremezsin geç kaldın' diyenler sanki '40 yaşında hamile kalamazsın' diyorlarmış gibi geliyor bana.. İnadı tutan kırklık kadınlar gibiyim.. İlla yiyeceğim kendi domatesimi! Ne olacaksa..."


O bunu yazmış ya, ülkenin dört bir yerinden evde domates yetişme üzerine yağmur gibi mesaj yağmış üzerine. Daha sonraki bir yazısında (Domates Kardeşliği) bu mesajlardan söz edip bir de esaslı yorum yapıyor Baran:

Domates ekimi önerilerinden insanın gözleri yaşarır mı? Yaşarmaz aslında...
Fakat mesele bu değil... Mesele şu: Bütün o mektuplarda, mesajlarda "toprağı"
fena halde özlemiş bir millet okudum ben. Güya medenileşip apartmanlara tıkılmış
bir milletin hüznünü okudum ben. Hüznünü, hasretini, anormale yani topraksızlığa
alışamamışlığını gördüm ben. Bir karış toprağa hasret kalmış bir milletin
çaresizliğini okudum ben. Saksılarda "doğasını" arayan bir ülke gördüm
ben..
***
Yaklaşımımı çok abartılı bulmuş olabilirsiniz.. Fakat bir domates ekimi bu
kadar yankı uyandırıyorsa, bu işte bir iş var demektir... Yüzyıllarca bahçeli
evlerde yaşamış bir millet olarak apartmana geçmekle çok büyük bir hata
yaptığımızı düşünüyorum. Anneannemin bahçesini ne kadar özlediğimi/özlediğimizi fark ediyorum. Medenileşme apartmanlaşma olmamalıydı.. Erguvanları uzaktan
seyrediyor olmamalıydık. Bir karış toprakta eskinin mis kokulu domateslerini
yetiştirmeye çalışmamalıydık...
Bütün bu hır gür "topraksızlıktan" oluyor olmasın?

***

Mayıs 11, 2006

NİSAN 2006 - DOMATES AŞKI ve İLK GİRİŞİM...

Nedense domatese karşı küçüklüğümden beri garip bir ilgim var ve domatesi çok severim.
Nedenini geriye doğru bakıp kurcalayınca, bulduğum "domatesli anılar" şunlar:

Ankara... İştahsız çocukluk yıllarımda -bademcik ameliyatı olup "gürbüz"leşmeden öncesine rastlar- babamın "Nar gibi domatesle beyaz peynir/Biraz ekmekle beraber yenir" şarkısını sık sık söyleyip, pişmiş yemeklerden kaçan kızına "hiç değilse bunu yesin" diye yarattığı "kolaylık"? Belki. "Ali Babanın bir çiftliği var, çiftliğinde .... var" ile büyüyen bir kuşağız, ondan da olabilir...

Komşumuz "Zübeyde Hanım teyze"nin bahçesinde yaptığı domates salçaları... Her yaz sonu mahallenin hemen tüm çocukları salça günlerine katılırdık. Hem de herkesin bir işlevi olurdu. Kimi içine sinek kaçmaması için birşeylerin üzerine yayılmış domates püresini yelpazeler, kimi herşeye rağmen "duhul etmiş" olanları bir çöple çıkarır, kimi kocaman tencerelerde tahta kaşıkla salçalaşmaya başlayan karışımı karıştırır dururdu... Mis gibi bir koku. Kıpkırmızı bir oluşum. Hergün gözlemlenen bir değişim, dönüşüm. Aynı Zübeyde teyze benzer biçimde -mahallenin çocuklarını da işin içine kısmen katarak- tarhana da yapardı. Onurlanırdık. Kocası da o zamanki Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın aşçısıydı galiba.

Gelibolu... Ağabeyimle birlikte "Gelibolu'nun yerlisi" bir ailenin bizi -Lapseki'ye miydi, Çardak'a mı, şimdi orasını da tam hatırlamıyorum- davet ettiği piknik... Motorla Çanakkale Boğazı geçilmiş... Yemyeşil bir bahçe... Dalından yeni koparılmış domates, soğan, -birşeyler daha- iştahla yenen bir kır yemeği hatırlıyorum... Küçük, yusyuvarlak, kırmızı bir (1) domates vardı yerdeki sofranın tam ortasında. Herhalde miktarı fazla değildi ki kimse yemiyor, herkes başkasına ikram ediyordu...

Sokakta oynarken, karnı acıkan çocuklara bazen anneleri kırmızımtrak ve ıslanmış ekmek dilimleri verirdi. "Bu nasıl bir ekmek böyle?" diye sorulduğunda, annenin bir domatesi ortadan kesip o dilimin üzerine iyice sürttüğü anlaşılırdı...

"Asit salisilat"! Salçaya konulduğu bilinen şey. Annemle babamın konuşmalarında bazen bu da geçerdi. Annem salça yapmazdı ama nedense babamla zaman zaman "asit salisilat" tartışması yaparlardı. Babam onun aslında "salisilik asit" yani "aspirin" olduğunu söyler, annem de inanmak istemezdi. Eczaneden toz halinde satın alındığından, o mu anlamak istemezdi, babama kafa tutmuş olmak için mi direnirdi? Bilemiyorum.

Kuzguncuk... Anneannem, teyzelerim, büyük aile evimiz "41 Numara"nın arka bahçesinde salça yaparlardı. Ama küçükleri hiç karıştırmadan. 41 Numara anılarımda domatesi daha çok çoban salatası içinde bir renk, karnıyarıkların üzerinde süs malzemesi, kimi zaman en büyük teyzemiz "Hapuci"nin -o zamanlar Halide Pişkin'in radyo skeçlerinde sık sık yaptığı benzetmeyle "rugan pabuç" gibi zeytinyağlı patlıcan dolmaları yaparken, arada onu da- doldurduğu, "zeytinyağlı dolma" biçiminde hatırlıyorum. (Hakkı Devrim "Kim bu Halide Pişkin derseniz, onu da aile büyüklerinize sorun" diyor! Demek ki biz de "aile büyükleri"den olduk!)

Göztepe... Sonraki yıllarda "domates" gitgide "manavdan ya da marketten alınan sebzelerden biri" oldu ve lezzeti, kokusu, rengi, boyutu, çekirdekleri, çocukluğumdaki domateslerden uzaklaştı.

Çağla daha bebek... Mama iskemlesinde. Bende "yemeğini kendi yemeye alışsın" telaşı. Sebze püresinden tabakta haşlanmış sebze paletine geçmişiz artık. Herşeyi kendi başına ve elleriyle yiyor. Tabaktan ilk önce kırmızı domatesleri topluyor. Sonra diğer renklere geçiyor. En son beyazları yiyor...

Son on- onbeş yıldır, "domates" deyince akla ilk "hormon" gelir oldu. Domateslere karşı türlü savunma mekanizmaları geliştirdik.

"-Hormonlu domatesi nasıl anlarız?"
"-Kolay, altında sarı bir yıldız varsa kaç ondan, kesin hormonludur!"
(Üstelik bunu bir seyahat dönüşü Gelibolu çıkışı kara yolu üzerindeki domates satıcılarından biri, bir kadın öğrettiydi bize. Sattığı domateslerin çoğunun altının güneş gibi sarı yıldızlı olduğunu da dönüşte farkedip, hayıflanmıştık.)
"Kesersin, içinde büyük boşluklar varsa, çekirdekleri jöle gibi bir araya toplanmış ve yeşil noktacıklar halindeyse hormonludur!"
"Dibi yuvarlak değil de iğne gibi sivriyse..."
"Kokla. Domates gibi kokmuyorsa..."

Derken birileri çıkıp "hormon"un, "organik tarım"ın ne olup ne olmadığını anlatmaya kalktı kitle iletişim araçlarında: "Hormondan korkmayın, zehir atılıp, erken toplanmıştan korkun!"
Ama nafile. "Hormonlu" sıfatı bir kere yapışmıştı domateslere ve dilimize. Neyse neydi. Domatesler bozulmuştu bir kere.

Sonraları "salkım domatesler" çıktı ortaya beyaz poliüretan ambalajlarda selofanla örtülü. Aman ne güzel mis gibi kokuyor. Ama ne mümkün. Koku hemen kayboluyor, lezzet hakeza!

Arılara ek görev verenler mi çıkmadı? Kimi domates paketlerinde "bunlar çok özel domateslerdir, arılar tarafından döllenmiştir" yazmaya başladı.

Güzel domatese hiç mi rastlamadık?

Rastladık. Mesela Akhisar'da. Sadece Akhisar içinde tüketilen, dışarıya satılmayan harika domatesler gördük. Çanakkale'de rastladık. İstanbul'da "Çanakkale bunlar" diye her türlüsü satılan domateslerin içinden bu kez "Çanakkale'yi anlama uzmanlığı" geliştirdik... Bozcaada... Sivri İtalyan domatesleri. Çocukluğumun Gelibolu'sunda da vardı onlardan... Bozcaada dönüşü domates reçeli yapmayı denedim hayatımda ilk kez. "Reçel yapmaya başlamanın da bir yaşı vardır" diyen Simone de Beauvoir'u hatırlayarak...

Sonuçta bir "domates sorunsalı" yaşamaya başladığımı söyleyebilirim.
Hem sevdiğim hem tedirgin olduğum bir şey oldu domates benim için.
Yalnız da değilim bu konuda. Pablo Neruda'dan Picasso'ya kadar herkes "domates" ile ilgili. Bunu Milliyet için bir ara yazdığım yazıların birinde de "kanıtladım" hatta! :)

Artık bu web-kütüğünün açılış nedeni olan konuya geliyorum...

Geçen yıl ÇEKÜL'den arkadaşım Sevinç Baliç (şimdi burada) bana bir seyahat dönüşü "yeşil" domatesler getirdi. "Bunları güneşte bekletirsen olgunlaşıp pembeleşecekler" dedi. Ben de öyle yaptım. Resimde, en soldaki o vakit hala yarı yeşil kalmış olan "pembe domatesler" ile böyle tanıştık.

O sırada bir yandan Kaybolan Tatlar Grubu, bir yandan yemek/gurme günlüklerinde pembe domatese dair çok şey okumuştum. Bir yerde "çekirdeklerini güneşte kurutup saklayın, sonra ekersiniz..." diye bir şey görünce, bu domateslerin çekirdeklerini de güneşte kurutup saklamıştım (Onları önce bir kağıt peçetenin üzerine yaydım. Bir iki gün kuruttuktan sonra kağıtlara sarıp, bir naylon torba içinde derin dondurucuya attım. Sonra da orada unuttum onları...)
Nisan başında geçen yıl İstanbul'u terkedip "Ekoturizm" ağırlıklı yepyeni bir yaşam biçimi seçen arkadaşım Münevver Eminoğlu, organik tarımla ilgili yeni girişimi (Ömercan Çiftliği) nden sözeden bir mesaj gönderdi. Kuruluşunu sevinçle karşıladığım bu çiftlikte güzel domatesler olup olmayacağını sordum tabii hemen. O sırada buzluktaki pembe domates tohumları aklıma geldi. Münevver'e "Size iletirsem işe yarar mı acaba, çok ender ve nazlı olduğu söylenen pembe domates türü de böylece yayılmış olur" dedim. O da eko-çiftlikte pembesi dahil her türlü domatesin ekili olduğunu söyledi ve "Sen onları kendin evde eksene şimdi, tam zamanı" dedi... "Sahi mi, olur mu yahu?" dediğimde de bana cesaret verdi.
İşte "apartmanda pembe domates" serüveninin tohumları da böyle atıldı...
Bu web-kütüğünde, bu nazlı niyazlı, korkunç lezzetli domatesleri, şehrin göbeğinde, yoğun trafiğe cepheli bir İstanbul apartmanında yetiştirip yetiştirmeyeceğimizi hep beraber göreceğiz... Münevver bu domatesin çıkacağına çok inanıyor. Bu yüzden eğer becerirsek, ilk çıkanlara "pembe Münevver domatesleri" adını vereceğim! Ola ki benzer serüvenlere kalkışan çok kişi vardır. Ben bu işe girişirken Internet'te "evde yetiştirme" konusunda çok fazla kaynak bulamadım. Biraz da bu yüzden bu web-kütüğünü açtım. Yorum yazmak, deneyimleri paylaşmak için de her türlü "blog" olanağı açık...