Tohumculuk Yasası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tohumculuk Yasası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Mayıs 24, 2009

TOHUMCULUK YASASI ve "BİTKİ GENETİK KAYNAKLARININ KAYIT ALTINA ALINMASI HAKKINDA YÖNETMELİK" TASARISI HAKKINDA PDA GÖRÜŞÜ

Bizler "Pembe Domates Ağı" (PDA) üyeleri olarak;

Başta; Anadolu'nun en değerli ve en has ürünlerinden olan, yok olmasını önlemek ve daha önceleri olduğu gibi, günümüzde de kuşaktan kuşağa aktarılan "doğal döngüsünü sürdürmek" amacıyla "Evladiyelik ('Heirloom') Pembe Domates"in 4 yıldır yeniden üretilmesine çalışmaktayız. Bizler profesyonel tarım uzmanları, tarıma dayalı ticaret erbabı ya da çiftçi değiliz. Bizler, geniş bahçeleri olmasa da balkonlarda ve saksılarda "kentte tarım" yapılabileceğini gören ve bunu deneyerek başarmış, İnternet üzerinden iletişim kurarak bir toplumsal ağ kurmuş, duyarlı kentlileriz. İçimizde az sayıda olsa da Pembe Domatesi bahçe ve tarlasında yetiştirenler de var. Bir rastlantı sonucu fark ettiğimiz ve balkonda yetiştirdiğimiz ilk doğal pembe domateslerin tohumlarını da kendi aramızda ve "karşılıksız paylaşarak aynı yöntemlerle sürdürülmesi koşuluyla" neredeyse tüm Türkiye'ye yaymış bulunuyoruz.

Amerika Birleşik Devletleri, İtalya, İsveç, Bulgaristan, Rusya ve daha birçok ülkede lezzeti ve bozulmamış niteliği nedeniyle yüksek değere sahip olan Pembe Domates, tohum paylaşımı sayesinde, kendi yeniden topraklarında değer kazanmış önemli bir tarım ürünüdür. Özellikle "Heirloom" yani genetiği ile oynanmamış, doğal tarımla üretilen ve kuşaktan kuşağa aktarılan tohumlar, endüstriyel tohumlara nazaran kat be kat değerlidir.

Ülkemizde tıpkı Pembe Domates gibi çeşitliliği ve değeri çok yüksek olan 3 bin'den fazla “endemik”; “kendine has”, tarımsal bitki türü ya yok olmuş, ya da yok olmağa mahkûm durumdadır.

Yüzyıllardan bugüne, hiçbir bozulmaya uğramadan çiftçilerin çabalarıyla tarımda "üretilebilirliğini" sürdürmüş bitkilerimizin yok olma fermanı sayılan "TOHUMCULUK YASASI"nın 2011'den itibaren yürürlüğe sokacağı 5. Maddesi ancak 'kayıt altına alınmış tohumların' ekimine olanak tanıyacak. Tohumuna patent alamayan çiftçiler ise, tekel durumundaki uluslararası şirketlerin insafına terk edilecek. 2011'den itibaren kayıt altına alınmamış tohumluklarını satan köylüler, ağır para cezasına çarptırılacak ve el konulan ürünler imha edilecek. Böylece Anadolu'nun zengin türleri doğallığını yitirecek.
Bu gidişe “dur” demek gelecek kuşaklara karşı en büyük sorumluluğumuzdur.

Ayrıca, şu sıralar tartışılmakta olan ve yürürlükteki 31/10/2006 tarih ve 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu'na dayanılarak çıkarılması planlanan "Bitki Genetik Kaynaklarının Kayıt Altına Alınması Hakkında Yönetmelik" taslağında yer alan, "Tohumların Kayıt Altına Alınması" koşulu, bu ülkenin tarımına vurulabilecek büyük bir darbe niteliğindedir. Çünkü tohumunu kayıt altına aldırmayan çiftçinin kaderi, "ıslah yetkisi"ni elinde bulundurarak, tohumculuk alanında faaliyet gösteren, çoğunluğu yabancılara ait şirketlere terk edilmektedir. Yönetmelik, doğal türler üzerinde bireysel hak sahipliği mekanizmasının önünü açmaktadır. Oysa yerel ve doğal türler, binlerce yıl kuşaktan kuşağa devredilen "geleneksel ıslah çalışmaları" sonucu ortaya çıkmış, küçük çiftçilerin ortak emeğinin sonucu gelişmiş tohumlardır.

Bu topraklarda yüzyıllardır, insan emeğiyle tamamen doğal ortamında oluşan evladiyelik tohum ve çeşitliliğini, "kayıt" ve "patent" zorunluluklarıyla yok edecek bu yasanın ve keza mevcut kanuna bağlı olarak çıkarılacak "Bitki Genetik Kaynaklarının Kayıt Altına Alınması Hakkında Yönetmelik"in yeniden, uzman kurullar tarafından ve tüm kamuoyu önünde açıkça tartışmaya açılmasını istiyoruz.

Nisan 12, 2009

DERYA SAZAK: "Pembe Domates Ağı"


Sayın Derya Sazak bugünkü Milliyet'te yazmış:

"Pembe domates ağı"

Obama’nın Türkiye ziyareti ABD’de köleliğin tarihinin hatırlanmasına, Martin Luther King’in, 1960’larda ‘Bir rüyam var’ diyerek başlattığı sivil haklar mücadelesinin ileri demokrasilerdeki yerinin kavranmasına neden oldu.
2010’lu yılların dünyasında sivil toplum örgütlenmeleri, asıl siyaset dışı alanlarda etkinlik kazanıyor.
Küresel ısınmaya karşı çevreci hareketler giderek güçleniyor.
Pembe Domates Ağı (PDA) hareketi de son dönemde üreterek sesini duyuran sivil toplum hareketlerinin başında geliyor.
Üreterek diyoruz; PDA’cılar steril ortamlarda soyut fikirlerle oyalanmıyorlar. Anadolu’da yok olan pembe domates türünü, kimyasal olmayan doğal ortamlarda üreterek, eskinin ‘plastik olmayan’ tadındaki ürünlerini yeniden canlandırıyorlar.
İki bini aşkın üye, dört yıldır pembe domates yetiştirme uğraşında.
PDA’nın pembe domatese sahip çıkması, Anadolu’da yetişen 3 binden fazla endemik/kendine has tarımsal bitki türünün korunması açısından da çok önemli. Çünkü binlerce yıldır bu topraklarda yetişen ve henüz lezzeti bozulmamış türler, 2011’de yürürlüğe girecek ‘Tohumculuk Yasası’ ile yok olma tehdidi altına girecek.
Bu tehlikeyi gören Ziraat Odaları, Anadolu çiftçisine kurulan tuzak konusunda sivil toplumu harekete geçirmeye çalışıyor.
Pembe domatesin yok olmasına karşı örgütlenen PDA, ‘Tohumculuk Yasası’na karşı da etkin bir kampanya yürütüyor.
2006 yılında çıkan 5553 sayılı yasa, 2011’den itibaren ancak ‘kayıt altına alınmış tohumların’ ekimine olanak tanıyacak. Tohumuna patent alamayan çiftçiler ise, tekel durumundaki uluslararası şirketlerin insafına terkedilecek. Dünya tohumculuğu 6 büyük tekelin elinde bulunuyor, Türkiye’de tohum ıslahı yapan şirketlerin yüzde 90’ını ise bu tekeller oluşturuyor.
2011’den itibaren kayıt altına alınmamış tohumlukları satan köylüler, ağır para cezasına çarptırılacak ve el konulan ürünler imha edilecek. Böylece Anadolu’nun zengin türleri doğallığını yitirecek.
Gözlem Gazetesi’nin Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı ve Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Kamil Okyay Sındır’la görüşerek yayımladığı haber, Türkiye’nin 2007’de üye olduğu Uluslararası Yeni Çeşitleri Koruma Birliği’nin (UPOV) dayatmasıyla buğday başta olmak üzere biyoçeşitliliğin yok olma tehlikesine dikkat çekiyor.
Oysa Anadolu’da yetişen 11 bin farklı bitki türü, Avrupa’nın toplamı kadar.
Ziraatçiler, UPOV üyeliği ile Türkiye’nin genetik çeşitliliğinin yağmalanacağını, tarım ilacı ve gübre kullanımının yaygınlaşmasıyla toprakların, ürünlerin, suların kirleneceğini, sağlıksız kuşaklar yetişeceğini savunuyorlar.
Tohumculuk Yasası’na ‘dur’ denilmeli.
‘Biyogüvenlik Yasası’da süratle Meclis’ten geçmeli.
Yaşasın PDA hareketi, pembe domateslerin özgürlüğü."

* * * * * * *

Teşekkürler...

Nisan 01, 2009

2009 PEMBE SERÜVENLERİ BAŞLARKEN...

Bütün yeni üyelerimize "Hoşgeldiniz" diyor ve başarılı bir 2009 sezonu diliyoruz!

Zerrin Ersoy dostumuz sormuş:
*Sasirtma yapacagim karton kaplara English Gardens'tan alacagim toprak ve simdi kullanmakta oldugum torf'u karistirarak mi koyayim ? Sadece torf ile mi devam edeyim? ya da sadece English Gardens'in topragini mi kullanayim? hangisi bitkinin gelisimi icin daha uygundur acaba?*
*...iyi yanmis koyun gubresinden bahsediliyor, ama uygun olan boyle bir gubreyi nereden bulacagiz?*

Balkonda pembe domates serüveninde 4. yıla giriyoruz... Bu yıla kadar olan deneyimlere göre "iki kere" şaşırtma yapılmasının, ilk şaşırtma toprağının bir miktar torf ile karıştırılıp, ikinci şaşırtmada ise asıl saksılarda kullanılacak organik toprağın kullanılmasının iyi sonuç verdiğini gördük... Zerrin Hanım'ın aldığı toprak, bulabilenler için gerçekten çok güvenilir bir seçenek. Ancak içinde perlit de olduğundan, şaşırtmada kullanırken insan bebek pembelerin kökleri zedelenebilirmiş gibi bir duyguya kapılıyor, o yüzden torfla yumuşatma yolunu seçiyor, içgüdüyle!

İlk şaşırtmada en iyi malzeme, köklerin serbestçe gelişmesi bakımından sıkıştırılmış mukavva bardaklar... İkinci şaşırtmada ise altlarına delik açacağınız "fide torbaları" iyi sonuç veriyor (Bu söylediklerim şu fotoğraf albümünde de var)...

Biz de doğrusu Rasim Karavana gibi hissettik hep, şaşırtma yaparken, değil mevcut toprakları silkelemek, tersine hep kökleri tutan toprakla birlikte taşımayı yeğledik, köklere bir halel gelmesin diye... Nedeni de bu pembelerin bu aşamalarda pek "nazenin" olması... Bunda doğal olarak sayılı tohumla çalışmanın da payı var.
Yüzlerce tohumla çalışıldığında daha rahat denemeler yapılabilir belki... Ki "yüzlerce tohum" da bu yıl -inşallah- kendi pembelerinizin sadece orta boy bir tanesinden alacağınız çekirdek demektir.

Gübre konusuna gelince... Biz ilk yıllarda "organik domates gübresi" kullanmıştık balkonda... Bu tesadüfen yurtdışında bulup aldığımız bir üründü. Sonraki yıllar onsuz devam ettik. Süt-su, toprakta demir çivi, zaman zaman yosun özü v.s. yetti. Yine de Eşfak Aykaç'ın geçenlerde işaret ettiği türden bir organik gübreyi asıl büyük saksılarınızın dibine koyup devam edebilirsiniz. Diğerlerini (koyun, güvercin v.d.) biz balkonda hiç denemedik. Bahçe ve tarlada yetiştirenler ise esas dikimin bir ay öncesinden "ocak açma" denen işlemi yapıp, açtıkları çukurların dibine yanmış koyun gübresi koyuyorlar. Metin Varol, öyle yapıyordu örneğin...
Gübre konusunda Reşit Soley dostumuzun Bozcaada bağlarındaki yaklaşımı da çok dikkat çekici doğrusu...
Şimdilik şunları tekrarlayarak bugünkü notları kapatalım:
  • Hala ilk çimlendirme günleri sürüyor. Kullandığınız malzemenin doğal olmasına gösterdiğiniz özeni, tohum ve filizlere ayıracağınız alan konusunda da gösterin. Tohumları viyollerdeki yuvalara teker teker dikin. Bir yuvaya 4 -5 tane değil. Aynı biçimde tek bir kap içinde çimlendirme yapıyorsanız en azından 4-5 cm. aralıkla ekin ki sonradan kökler birbirine dolanacağı için, onları şaşırtırken kopartmak zorunda kalmayın. Böyle bir durumla kaşılaşmışsanız, kökleri birbirinden su dolu bir kabın içinde ve özenle ayırın.
  • Kaplarınızı -ki ilerde asıl saksılar için de bu çok önemli bir nokta- hiç birzaman ağzına kadar toprakla doldurmayın. Çünkü gövde bazen beklenenden daha hızlı boy atabilecek ve o zaman toprakla etrafını doldurmanız gerekecek. Asıl saksılara geçildiğinde de önce 1/3, bir-birbuçuk ay sonra ikinci bir 1/3, Ağustos civarında da üçüncü 1/3 toprağı ekleyeceksiniz, ancan o zaman saksılarınız en üst seviyesinde toprakla dolmuş olmalı. Buna "Boğazlama" diyoruz... Bu yüzden ta şaşırtma kaplarından başlayarak asıl saksılara kadar toprağı hep aşamalı olarak ekleyeceğiz...
  • Asıl saksılar için ideal derinliğin 50-60 cm., çapın da 40 cm. olduğunu unutmayın...
  • Yeni üyelerimiz de her attıkları adımda gruba soru sormadan önce, lütfen "PembeDomates.Org" sitemizdeki KAYNAKLAR sayfasına gözatmayı ihmal etmesinlar. Orada hem *pdf formatta açıklama+resimler, hem de Fotoğraf Albümleri'nde resim + açıklamalar var. Keza Google Gruplar'daki PDA sayfasının arama motorunu da kullanabilirler...
Not: Tohumculuk Yasası ve GDO'lu tohumlar konusunda, PDA - III. İstanbul Buluşması'nda bir alt çalışma grubu oluşturuldu, bir ortak tavır belirlenek üzere çalışmalara başladılar. Bu gruba katılmak isteyen üyelerimiz varsa bize bunu belirtsinler. Bir an önce bu konuda da bir sonuca varalım...

Kasım 21, 2008

SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM FİLMLERİ FESTİVALİ'NDEN, BADEMLİ ve KONYAR'A...

İstanbul'da Sürdürülebilir Yaşam Filmleri Festivali başlıyor...
Bu konu bizim PDA içinde de çok ilgi çekti... Üyemiz Sayın Melek Saygın, "Festivaldeki Kutsal Tohumlar filmi, bana birilerini hatırlattı... (bizi ve PDA'nı onurlandırmış burada!) ....iyiyle-kötünün mücadelesinin hiç bitmeyeceğini düşünüyorum. Film 27 kasım 12.40'da, gidebilen olursa paylaşımları bekleriz. " diye bir mesaj yollamış bu sabah. Bu mesaj üzerine festivalin "Filmler" sayfasına bir daha baktım. "Kutsal Tohumlar"ın yanısıra mesela "Ağız Devrimi" de PDA'nı çağrıştırıyor:

"Ağız Devrimi" organik ürünleri tüketmenin önemini vurgularken hem eskiyi, hem de zamanımızı hicveden 4.5 dakikalık bir canlı-aksiyon parodisi... ...ağızlar ne yiyeceklerini ve hangi yiyecekleri yemeyeceklerini bir "mouthifesto" (devrimci ağız manifestosu) ile deklare ediyorlar: trans yağlara, genetiğiyle oynanmış gıdalara, tarım ilaçlarına, sentetik ve yapay katkı maddelerine HAYIR!"

Keza "ŞEYLERİN HİKAYESİ", "Permakültür" kavramını tanıtan "YERKÜRENİN BAHÇIVANI" da kaçırılmaması gerekenlerden... Bu festivali düzenleyen, "Permakültür"den yola çıkarak bir arayagelen, "Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi" kurucuları Pınar, Filiz ve Tuna'yı; PDA'na davet etmeli. İçimden bir ses onlarla PDA arasında sinerjik bir iletişim doğabileceğini söylüyor... Yalnız, şu "sürdürülebilirlik" sözcüğünün son yıllarda çift yönlü, yani, çıkarları kurdukları düzenin böylece sürüp gitmesinden yana olan endüstriler ve politika belirleyiciler tarafından da -hem de seve seve- kullanılmakta olduğuna nasıl dikkat çekmeli? İçi boşaltılıp, başka amaçlarla kullanılan diğerleri gibi, örneğin "yönetişim" gibi
... Acaba şu bağlantı işe yarayabilir mi?

Biz "Permaculture" ya da "Permakültür" ile ilk kez 2006'da karşılaşmıştık... Bu vesile ile rahmetli Raci Bademli dostumuzun "Kültür Zinciri Mühendisliği"ni burada yine anımsamak gerekiyor belki de. Prof. Dr. Raci Bademli, kültürün “elle tutulamayan” şeyleri de içerdiğini vurgular ve “bir bütün olan kültür zincirinin kırılmaması” gerektiğine dikkat çekerdi. Bademli, belki de bir “kültür zinciri mühendisliği” disiplininin gelişmesi gerektiğini, bir tür “kırsal yaşam bilgeliği” diye adlandırılabilecek bu “elle tutulamayan” kültürün genç kuşaklara aktarılmasında, ülkemizde “genetik bir sıkıntı” yaşandığını söylerdi... Bu konuda daha önce şurada, ÇEKÜL'de, ve daha bir çok yerde sözedildi, o güzel insanın gerçekleştiremeden gittiği bu projesinin ve diğer yaptıklarının unutulmaması için... Hatta PDA oluşurken, O'nun "zincir" dediği şeyin tarımla ilgili bir halkasını, Bafralı bir çiftçinin sütle sulama yaptığı haberinden sonra yakalamış ve halkanın 2100 yüzyıl önceye, Vergilius'a kadar uzandığını görmüştük...

Sonra daha neler gördük... Zincirin günümüzdeki halkası çitfçileri bekleyen "akılalmaz" düzenlemeleri...

Bütün bunları anımsamak, bu sabaha hem heyecan, hem hüzün katıyor...

Bütün bunları yazmaya yol açan şey Sayın Saygın'ın mesajındaki, PDA'nın ortaya çıkışının "insanların hayatta kalmalarını sağlayan bir içgüdüden kaynakladığı" düşüncesi mi yoksa?
O "içgüdü"nün "bilinç"le takviye edilmezse bir işe yaramayacağı kaygısı belki...

Haydi yine de -O güzelim filmlere ek olarak- "pembe" bir haberle bitsin bu yazı!

Sevgili üyemiz Rasim Konyar'ın, 29 Kasım'da, İstinye Park'ta "Alşimist Formlar" başlıklı heykel sergisi açılacak, İstanbul'daki üyelere duyurulur!