İYİ HABER: "PEMBE DOMATES İSTANBUL'DA GÖRÜLDÜ!"
Bir dostumuz; Sayın Emine Yalçın, İstanbul'da, Feriköy'de kurulan Organik Pazar'da pembe domates görmüş. Duyurulur! Ayrıntıları PDA İletişim Ağı'na üye olup, sizlerle paylaşacak!
Bu web-kütüğü, çok az bulunan "Pembe domates"in doğal yöntemlerle çoğalması düşüyle, bir Istanbul apartmanında Avniye ve Mehmet Tansug'un başlatıp, dostlarına yaydığı "evde yetiştirme serüvenleri"nin bir pembe domates ağina (PDA) dönüşmesi ve deneyimlerin paylaşılması için yayında...
Bir dostumuz; Sayın Emine Yalçın, İstanbul'da, Feriköy'de kurulan Organik Pazar'da pembe domates görmüş. Duyurulur! Ayrıntıları PDA İletişim Ağı'na üye olup, sizlerle paylaşacak!
Bu serüvenin Internet üzerinden de paylaşılmaya başladığı ilk günlerde "Anonymous" bir yorum gelmişti. "Desteğimi 'Domatozan' isimli bestemle vermek istiyorum; www.farukkorkmaz.com adresinden dinleyebilirsiniz.Kolay gelsin :) " diye... Fakat besteyi site üzerinden dinlemeyi bir türlü becerememiştik. (Yorum "Anonymous" olunca kimin yolladığını da bilemediğimizden farkedemedik bağlantıyı açıkçası, hatta acaba bir "dalga mı geçiyor? diye aklımızdan geçmedi değil!) Geçenlerde aynı sitenin "müellifi"nin, yarattıklarını eskiden beğenerek izlediğimiz bir tasarımcı olduğu anlaşıldı. Hikayenin tamamı şurada!
Kısacası "Domatozan" gerçekten var ve son derece yaratıcı bir çalışma! Faruk Korkmaz'a desteği için buradan gecikmiş bir kocaman teşekkür!
Siz de tıklayıp dinleyebilirsiniz:
Üstteki resimde "iki domates" var gibi duruyor değil mi?
Aslında "üç domates" varmış orada!
(Birinciyi çektikten sonra farkettik.)
Gözükmeyen üçüncü, "doğal ambalajı"nda gizli... Sağlıklı olgunlaşması için yaprakların kıvrılarak meyveyi sarıp sarmaladığını okuyunca şaşırmamıştık da böyle gözle görünce "bir hoş" oluyor insan!..
Hele şurada yapılan bir domatesin anatomisi çalışmasında olduğu gibi o yapraklara daha yakından bakınca daha da tuhaf oluyor!
Hepimizin bayıldığı o güzel kokuyu ise şu gözle görülmeyen, "Trichomes" denen yuvarlaklara borçlu imişiz...
1 Haziran 2006'da Şile'deki bahçelerine dikilen "Konyar pembeleri"nin tam 9 gün sonra nasıl boy attıklarını şurada görüntülemiştik... Daha sonra yağmura maruz kalan pembeleri canlandırmak için özel bakım teknikleri tartışmıştık onlarla...
Bu sabah Rasim'den şu mesaj ve ekli resimler geldi:
"Sevgili Avniye ve Mehmet,
Biz Şile'de bulundugumuz yer itibariyle ürünü her yıl hep çok geç aliyoruz. Dolayisiyla domatesler de cok geç oldular.
Ektiğimiz diger normal domatesler de ancak kızardı. Şu anda bizim bostan domatesten geçilmiyor....
Pembe domateslerimizi nihayet soframıza taşıdık.
Lezzetli olduklarına ne şüphe! Ekteki resimlerden de anlayacağınız gibi bazıları çürük gibi çıktı.
Sağlamlarindan çekirdek kurutuyor ve gelecek sezon icin saklıyoruz. Gerçekten kabukları cok ince. Hümeyra gibi domates kabuğunu asla yemeyen bir kadın bile bunun kabuklarına itiraz etmiyor. Elma gibi ısırarak yiyelim mi desem?.. "
Böylece apartmanda oluşup geniş alana giden üç (Tekirdağ, Çatalca ve Şile) grup fidenin üçüncüsünden de "iyi haber" almış olup sevincimizi PDA üyeleriyle paylaşmış olduk!
"La Tomatino"!
ya da "TomatoFight"; "Domates Döğüşü"...
Buna "Festival" demek zor ya, neyse, turistik bir ürün olarak kullanıldığı aşikar... 2006 videosu da burada...
Milliyet'te ayrıntılı öykü ve fotoğraflar var.
Burada da Türkiye'den bir domates festivali haberi var:
Kazova-Kelkit-Topçam 4. Altın Domates Festivali
"Pembe"sinin festivalini de P.D.A olarak hep birlikte yaparız belki, kimbilir!
Hele bir yaygınlaşsın bakalım iyice...
Dilek Gürelli'nin 21 Ağustos yorumunda da yazdığı gibi, şu sıralar elimize geçen pembelerin çekirdeklerini kurutmanın için tam zamanı! Bunu nasıl yapacağımızı ise Gökhan Elmacıoğlu çok güzel tarif etmişti... "Peki pembeyi nereden bulacağız?" diyenlere, (Marmara bölgesindekiler için) yolunu Tekirdağ'dan geçirebilenlerin Necdet Usta'dan edinebileceklerini tekrar hatırlatalım...
PDA Bodrum (Yahşi) pembelerini yetiştiren Sayın Ayşegül Kokalp, son durumu böyle görüntülemiş... Pembe Candaner eliyle gelen resimlerden anlaşıldığı kadarıyla, Bodrum pembesi çok şık bir mekanda gelişimini sürdürüyor! Sanki sırıkların boyu uzatılıp, dallar ve meyvalar yerden uzaklaşsa daha da iyi olacak gibi... Elinize sağlık Ayşegül Hanım...
P.D.A'nın oluşmasında, zincirin ilk halkası, büyükanne Hafize Baliç, Çerkezköy'deki bahçesinde 2006 pembelerini yetiştirmeye devam ediyor. Onunkiler hala gelişme aşamasında imiş. Ama arada olgunlaşanlardan örnekler İstanbul'a gelmiyor değil. Resimdeki gibi tıpkı... Bu pembeyi de tarttık: 400 gram ağırlık, 10 cm. çap!
"Eh, balkon çocukları ne yapıyor?" diyecek olursanız, aynı çekirdeklerden olmalarına rağmen, onların bu bol oksijenli, temiz havalı yerlerde yetişen hemcinsleri ile boy ölçüşmesi zor! Yine de ellerinden geleni yapıyorlar...
7 Ağustos'ta 14 cm ve 700 gramlık pembenin haberini vermiştik P.D.A. Tekirdağ'dan... Bugün Metin Varol'un yolladığı örnekler içinden bir tanesi ise kendi rekorunu kırdı: 16 cm ve 1 kilo 145 gram!
(Ereğli'de yetişen 632 gramlık bir domates gazete haberi olmuş, bir de bunu görmeliler, değil mi?)
Aşağıdaki terazili resimde sanki üç domates bir arada imiş gibi duruyor, oysa öyle değil, tartılıp ölçülen "pembe" işte şu sol köşede duranı... (O resimdeki rakamlar net gözüksün diye Picasa'da biraz oynadık, bu sefer "pembe" de kırmızıya döndü ya neyse!)
Bu arada bahçevan Necdet Ağabey "sarı-kırmızı" domateslerden sözetmişti, sonunda dediğini de yapmış! Pembelerin önüne kolye gibi dizmiş sarı-kırmızılarını!
Sayın Metin Varol'un da P.D. A üyelerine bir daveti var, resimlerini yollarken bakın ne diyor:
"Tekirdağ'da hasat başladı. Bizim yöremize yolu düşen P. D. A üyeleriyle bu mutluluğumuzu paylaşmak ve pembe domateslerimizden tattırmak isteriz. Bizim orada olmamız gerekmiyor. Bahçıvan Necdet Usta (telefonu 0537 5550491) daima orada. Sizleri bekliyor!
Saygılarımla,
Metin VAROL"
Eh, bu davet kaçırılmaz. Yolunuzu düşürüp, gidin tadın, ya da hem tadın hem de Gökhan Bey'in tarif ettiği gibi çekirdeklerini alıp siz de kurutun. Kristof Kolomb misali, seneye bu serüven nasıl olsa en baştan tekrarlanacak!
1 tanesi: 1.kg. 145 gram!
Necdet Usta'nın takım aşkının resmidir!
İki hafta önce Prof. Sedat Tavşanoğlu dostumuzun önce söküm sonra dikim töreni ile bizim fidelerle birleştirdiği "bir grup daha" pembenin serüvenini yazmış, görüntülerini koymuştuk... İster inanın ister inanmayın bu pembelerde ve PDA'da bir "keramet" var gerçekten! Neden mi? Hanidir "dijital kültür"den hazetmeyen Sedat Hoca'ya dijital fotoğraflarını çektirdiler de ondan! Geçen gün, "-Salı günü araziye gideceğim, dijital makineni ver de şu pembeleri görüntüleyeyim bir, çok güzel tutmuşlar, Refik Bey'in bahçesinde sökmeyip bıraktıklarımız ise meyva vermeye bile başlamışlar, çekmek lazım..." demez mi? Başta Leyla olmak üzere hepimiz buna şaştık kaldık. Sadece domateslerin bu kadar çabuk koşmasına değil, bunca yıldır dijital fotoğrafa direnen Hoca'nın "çaktırmadan" yeni alet edavata el sürüp, hem de süper çekimlerle dönmesine... Eline sağlık hocam! İşte sonuçlar...
Burası işin en başında "emaneten ve topluca" dikilen pembelere evsahipliği yapan, Refik Bey bahçesi... Geride kalanlar bunlar... Yakından çekilen küçük resme tıklanırsa yavru pembeler de gözüküyor... En alttaki de Elbasan'da iki hafta önce hep beraber diktiğimiz pembelerin dünkü durumu...
Metin Varol'un pembelerinden ilk örnekler bugün İstanbul'a ulaştı... "Çirkin" yüzlü olanları da olmayanları da bir arada görüntüledik... En büyük olanın çapı 14 cm. , ağırlığı da 700 gram geldi! "Güzel" yüzlü daha ufak olanlardan biri 10 cm. çapında...
Yolladığı örnekler içinde bir grubunu da ayrı bir torbaya koymuş Metin Bey. Onları da görüntüledik ama burada sizlerle paylaşıp moral bozmak istemiyoruz. Çünkü felaket durumdalar. Altları virüs ya da mantar nedeniyle, siyaha yakın, ağaç kabuğu gibi bir tabaka ile kaplanmış ve gelişimleri yarıda kalmış. Aslında bizim balkondakilerden ikisinin de başına benzer bir durum gelmişti. Ama onları hemen ortadan kaldırmıştık, diğerlerine geçmesin diye... Bu tür konuları kışın konuşuruz artık. Fakat ola ki sizlerdeki pembelerde benzer bir durum varsa acımayın, hemen koparıp atın öyle olanları...
Bu arada "Hasta GSlı bahçevan Necdet Ağabey, webkütüğümüze tam bir ay önce girip Yorum yazmış, nedense görmemişiz. Şöyle demiş:
"Merhaba ben Nejdet, bu pembe domateslerin yetiştiricisiyim. Metin Varol topraklarında elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Bu pembe domateslerin 15 gün içinde tam anlamıyla oluşucağını belirtiyorum. Metin Bey'e de fotoğraflarımı koyduğu için teşekkür ediyorum. Bundan sonraki amacımın ise SARI KIRMIZI domates yetiştirmek olacağını söylemek istiyorum. :) :) :) "
Yağma yok Necdet Ağabey, pembeler varken sarı-kırmızı'ya kim bakar!
Tadı şöyle, kokusu böyle desem, burayı gören herkese ikram etmek imkansız olduğundan içime sinmiyor... O yüzden diğer fiziksel özellikleri üzerinde durarak sevincimi ve gururumu paylaşayım bari... dolayısıyla, av hayvanı ve balık büyüklüğü yarıştıranların yanına beni de ekleyebilirsiniz...:) Dijital mutfak tartısında tartıp ağırlıklarını da yazacaktım ama artık abartmayayım dedim... soldakinin fermuar gibi noktacıkları da pek alem...
Başından beri belirtip duruyoruz ya, bizi pembe domateslerle ilk tanıştıranın Baliçler olduğunu, işte geçen hafta onlardan rica ettik, P.D.A için özel olarak gidip "kaynağından" bilgi ve görüntü taşıdılar sizlere... Sevinç Baliç yazıyor:
Sevgili Avniye Tansuğ'un belirttiği gibi pembe domateslerimizin bir bölümünün ana kaynağı kayınvalidem Hafize Baliç.. 82 yaşında ve her yıl mayıs-ekim arası elinde çapasıyla küçücük bahçesiyle hep uğraşıyor. Yıllardır Çerkezköy'de evinin bahçesinde özenle yetiştirdiği pembe domateslerini evlatlarıyla paylaşan annemizin bahçesini bu kez farklı bir gözle inceleyip, yeniden keşfetmeye çalıştık 6 Ağustos 2006, Pazar günü..
Hafize Baliç üç erkek, iki kız evlat sahibi.. Eşini kaybettiğinden bu yana (yaklaşık 7 yıldır) kış aylarını genel olarak kızlarında geçirip, havalar ısınır ısınmaz da yaz aylarını geçirmek üzere Çerkezköy'deki evine dönüyor. Bu dönüşü hızlandıran en önemli neden: Pembe domatesleri...
Çünkü kurutarak hazırladığı tohumların dikim zamanını asla geçirmek istemiyor. Havaların biraz daha ısınmasını bekleyip onu evine götürmeyen biz evlatlarına da bu nedenle çok kızıyor. Pembeleri için de güvenceli bir çözüm geliştirip; yan komşularından arkadaşı merhume Nebiye Hanım'ın oğlu Mustafa Bey'i görevlendirmiş. O da pembe domatesler konusunda kendi annesinden edindiği bilgiyle donanımlı zaten, üstelik de emekli ve zaman ayırabiliyor. Eğer Hafize Hanım nisan sonuna kadar gelmemiş ise Mustafa Bey evdeki çekmecede saklanan tohumları itinayla alıp toprakla buluşturuyor.
Pazar günü uygulamayı biraz daha dikkatle sorup öğrenmeye çalıştık. Toprağa en yakın olan, en altta bulunan domatesi tohumluk olarak bekletip, ondan tohum elde ediyorlarmış. Kestikleri domatesin iç kısmını fazla ayıklamaya gerek duymadan bir tülbent içinde kurutup, kuruyan tülbenti tohumlarla birlikte katlayarak çekmeceye kaldırıyorlarmış. Hafize Hanım'ın kulakları son çocuğunun doğumundan bu yana (1960) duymuyor. Uzun yıllardır kullandığı kulaklıklarla anlaşmaya çalışıyoruz onunla. Bu nedenle domatesler konusunda bilgilenmemiz de çok zor oldu. Çünkü domatesler onun için o kadar "doğal" ki... O başka hikayeler anlatmak isterken, bizim sözü domateslere getirmemize hiç anlam veremedi. Birdenbire dedi ki: "Onlar eskiden beri var. Ben onların tadını aldığımdan bu yana pazardan aldığım domatesleri yiyemez oldum. Muhacir Domatesi derler bunlara, incecik kabukludur. Annem de dikerdi. Taa Bulgaristandan beri vardı. Niye bu kadar sordunuz ki? Ben size her sene veriyorum ya" :))
Gerçekten de öyle... Üstelik bizim domatesleri çok sevdiğimizi bildiği için bize biraz daha ayrıcalık tanıyıp, en iri, en düzgün olanlarını tam kızarmadan toplayıp, yatağın altına saklar ve telefon ettirip haber verir. "Domatesleriniz hazır, gelip alın" diye..
Bizim domates sohbetimizden çok sıkıldığını anlayıp, bu kez yan komşu Mustafa Bey'e gittik. Onun bahçesinde hem pembe hem de kırmızı domatesler var. Pembelerin alt kısımlarının şekilsiz, üst kısımlarının da dilimlenmiş görüntüde olduğunu söyledi. Tohumları karıştırıp karıştırmadıklarını sorduk. Hiç karıştırmadıklarını, ayrı sıralara diktiklerini söyledi. O da "Muhacir Domatesi" tanımını aynen kullanarak, pembenin Trakya'da bu isimle tanındığını söyledi.
Bizim evin yan tarafına dikilen pembeler ve Mustafa Bey'in evinin arka tarafındaki pembeler çoğalmışlardı. Evin ön cephesinde ceviz ağacının gölgesinde kalan pembeler ise -daha az güneş gördüklerinden-henüz çiçek dönemindeler.. Bu mevsimde en çok sağanak yağmur korkutuyor onları.. Bir önceki yaz sular altında kalmış tüm domatesler.. Günlerce yas tutmuştu annemiz. Hatta domatesler o kadar büyümüş ki, dalların kırılmasını önlemek için tabureler koymuş altlarına. O tabureler de sular altında kalmış. Önlem olarak geçen yıl bahçenin çevresinde suyun akması için yol açtırmıştı.
Çerkezköy'deki ana kaynaktan haberler şimdilik bu kadar... Gelişmeleri zaman zaman aktaracağız:)
Dünya üzerinde ender bulunan pembe domates türlerinden biri de "Ömer'in Lübnan Pembesi" diye anılan bu domatesler... İngiltere'den bir kaynakta, bir tanesi 1 kg'dan fazla çeken bu pembelerin ilk tohumlarının -herhalde adı Ömer olan- bir Lübnan'lı kolej öğrencisi eliyle elde edildiği yazıyor. Aynı kaynak, bu pembenin Lübnan tepelerindeki bir çiftlikte üretimine başlandığını da belirtiyor... Şimdi "-Neden bugün Lübnan?" diye kimsenin soracağını zannetmiyorum. "Burnumuzun dibinde insanlar ölüyor, haritalar yeniden biçimlendiriliyorken, siz nasıl böyle balkondaki pembelerle uğraşıyorsunuz? diye sorulamayacağı gibi tıpkı... Başlıktaki "pembe gelinlik" öyküsü de bugünkü Lübnan'dan... Merak ettiyseniz şurayı tıklayın...
Bizim pembeler, saksı tabaklarından su içen kediler, onları umursamadan yanlarından gelip geçen kirpi ailesi, yaprak bitleri, sümüklü böcekler, adını bilmediğim ama üzerlerinde pamukçuk gibi bir tabaka bırakan gri pelerinli, "ağır abi" görünümlü böcekten sonra şimdi de yusufçuklarla arkadaş oldular... sürü halinde gelip pembelerin üzerinde uçuşup duruyorlar... pembe rüyalar aleminin perileri de tamam oldu böylece :)))
Ne kadar "bakım", o kadar "olumlu geri bildirim"! İşte Pazar günkü toprak ekleme, hafiften budama, yeni elbise giydirmelerin ödülü: Yeşillerden biri gerçek rengini gösteriyor hemen: "Pembe"!
Bu aynı zamanda "üretici"nin niçin pembeden vazgeçtiğinin de resmi olsa gerek. O kadar ince kabuklu ki, daha iyice olgunlaşmadan kabuğu da çatlamış...
Kelebek etkisi misali... Dünkü kırsal deneyimden sonra balkondaki pembelere toprak takviyesi yaptık hemen MAT ile... Biraz sebze torfu, pembelere yeni giysiler, bir de "çim kenarlığı" diye satılan plastik enli rulolar ile bu işi çözmek zor olmadı...
Zeynep'in evde boğaz doldurma projesinden esinlenerek, saksıları artık dar gelen, gövdelerine oranla toprağı hiç denecek kadar az kalan, buna rağmen ürün vermek için cansiperane çalışan pembelere toprak takviyesi yaptık önce. O çit şeyini saksının kenarlarından içeri bir miktar sokarak yükseklik artırılınca, yeni toprak eklemek mümkün oluyor. Egzos, toz, haşarat v.s. den büyük ölçüde koruyan yeni kılıfları da giydirdikten sonra vicdanımız biraz olsun rahatladı gibi... İlk kılıflar her hafta yıkana yıkana çok eskimişlerdi. Zaten "evde pembe domates yetiştirmek için neler yapmalı" değil de "Ne Yapmamalı?"nın kitabını yazacak hale geliyoruz yavaş yavaş...
Ama durun, "umutlu" bir gelişmeyi paylaşalım kapatmadan:
Bir tanesi gerçekten "pembe"leşmeye başladı işte:
Tüm P.D.A üyelerine ve onların pembelerine iyi haftalar!
Elbasan'da önce "Söküm" sonra "Dikim Töreni"!
Nisan ayında ortaya çıkan pembe fidelerinden beş on tanesi sevgili arkadaşlarımız Leyla ve Sedat Tavşanoğlu'na verilmişti. Leyla'nın bir süre cam önünde büyüttüğü fideleri Sedat Tavşanoğlu, daha sonra Çatalca'da, Elbasan köyünde dostlarından bir grubun birlikte "hobi" olarak çeşitli sebze ekip biçtiği bir tarla/bahçeye götürüp diktirecekti. Nitekim götürmüştü de. Sonra bizi de götürüp "yerinde" göstermesi için sözleşmiştik. Dün hep birlikte gittik o araziye...
İlk bakışta diğer sebzelerin arasında göremediğim için ikide bir soruyorum "Hani nerede pembeler?" diye, Sedat Hoca da (hem kardiyoloji profesörü ve hem de hepimizin doğayı sevme öğretmeni olduğu için böyle sesleniriz ona) bıyıkaltından gülüyor. Sonunda açıklamayı yaptı: "Dur bakalım, bugün önce 'Söküm', sonra 'Dikim' töreni yapacağız onlara!" Meğerse çok rüzgarlı olan bu tarlaya diktirmeye kıyamamış, bir kaç kilometre uzakta daha korumalı bir bahçeye "emaneten" diktirmiş pembeleri (zaten bu yüzden köyün de asıl adı "Yelbasan"mış ). Kalktık gittik söküme. Refik Bey ve Samiye Hanım'ın bahçesine yani... Solda Sedat Hoca, yanında Samiye Hanım, Refik Bey ve "esas tarla"nın sahibi Sermet Yardım (sökümü yapanlar) ve MAT...
Gezginci pembeler arkadaş da bulmuş!
Ben topluca ve emaneten dikilmiş fideleri görür görmez tanıdım da sayıca gözüme fazla gözükünce doğrusu biraz da şaşırdım. Bunun da nedenini öğrendik. Böylece kentten kente, köyden köye, tarladan bahçeye gezip duran bu bizim pembelerin bir özelliği daha çıktı ortaya: "Arkadaş canlısı"!
Sedat Hoca, onların yanına, bir arkadaşının kayınvalidesi olan ve yıllardır İstanbul'daki bahçesinde pembe domates yetiştiren hanımefendiden aldığı fideleri de katmış (Onunla da tanışacağız inşallah ve böylece bu serüven bambaşka bir boyut kazanacak, kimbilir neler öğreneceğiz ondan). Sonuçta bir kısmı Refik Bey bahçesinde dikildiği yerde kalan, bir kısmı yine gezmeye çıkan pembeleri Elbasan'daki araziye getirdik. (Bize kalsa dozerle kaldırırdık toprağı, kökler zarar görür filan diye, Sermet Bey beşikteki bebekleri kaldırır gibi el çabukluğuyla çıkarıverdi bir sürü fideyi...)
Dikim Töreni ve Can Suyu
Ekim dikim sulama işlemleri için kıyafet değiştiren Sermet Bey, açılan -ve bizim de suladığımız- çukurlara yine aynı el çabukluğuyla fideleri dikiverdi. -O da esasen bir makine mühendisi imiş ama hanidir bu işleri bir yaşam biçimi haline getirmiş. Adeta refleks gibi söküyor, dikiyor, buduyor...- Ben içimden "şimdi herhalde elleriyle 'pat pat' toprakları düzeltip bastıracak" derken, O, çukurların ve fide gövdelerinin toprakla dolması işini, hortum kullanarak suyla yaptı. Bunu yaparken yaprakları ıslanmamasına dikkat etti. Sedat Hoca'ya "-Bu saatten sonra fide mi dikilirmiş?' denmez mi şimdi?" dedim. "Evet dikilir" dedi. Bunlardan elde edilecek olan domateslere de "son turfanda" dendiğini hatırlattı.
Elbasan gezisinden çıkan dersler...
* İnsan eğer gerçek "doğa sever" ise bu yaptığı her işe yansıyor...
Nitekim Sedat Hoca -küçük resimde biri fasulye toplayan arkadaşı Dr. Salih Bey, diğeri toplananları toplayan Hacı Bey de dahil olmak üzere- dünkü geziyi "arkadaş/yoğun" biçimde düzenlemişti.
"PDA -Çatalca"ya "Ben yıllardır pembe domates yetiştiriyorum, bu pembe domates ağı hikayesi de nereden çıktı şimdi?" diyen dostunun pembelerini katması da bunun bir diğer göstergesi...
* "Pembe domates"i, profesyonel üretici terketmiş...
Daha sonra Hacı Bey'in çiftlik evinde onun bahçesindeki kırmızı domateslerle bir akşam kahvaltısı yaptık. Gerek Sermet Bey, gerekse evsahibi -hatta ilk gittiğimiz bahçenin sahibi Refik Bey- Elbasan'ın aslında bir "domates köyü" olduğunu, yıllar önce yetiştirilen pembe domateslerin aslında son derece lezzetli olmakla birlikte "pazara gidene kadar ezilip büzüldüğü" gerekçesiyle artık "hiç" ekilmediğini söylediler. "Siz nasıl buldunuz?" dediler. Anlattık Hakkı Baliç'in annesi Hafize hanımın yetiştirdikleri ile Çanakkale köylerinden gelenlerden çekirdek kurutma öyküsünü onlara da... (Sanki Çatalca'ya az da olsa pembenin yeniden gelmesinden biraz hoşlanmışa benziyorlar gibi geldi bana ama bu bir "vehim" de olabilir elbette.)
* Organik tarım, doğal yöntemlerle yetiştiricilik -Trakya'da ve çok yerde- "uzak bir düş" hala...
Hacı Bey'in evindeki müştemilatta görevli ve kendisi de uzun zaman yetiştiricilik yapmış Bartın'lı Sevim Hanım, ürünlere "ilaç" (zehir) atılması ve organik gübre adı altında verilen kimyasallara "son derece karşı olduğunu" ama üreticinin "çaresizlikten" bunları kullandığını belirtti. Sevim hanım halk arasında "hormon" diye anılan maddeler için şöyle dedi; "bunların kutusunda yazıyor, 'hamileler, yaşlılar ve çocuklar için zararlıdır' ama yine de kullanıyoruz işte"...
Sedat Hoca 10 gün sonra tekrar gitmemiz gerektiğini söyledi "Birleşik Pembeler"i ziyarete... Bakalım, o zamana kadar neler yapacaklar...
PDA - BODRUM: AYŞEGÜL SEPİL PEMBESi
Komşumuz Pembe Candaner'in üç pembe fidesinden birini Bodrum'a götürmek isteyen bir dostuna verdiğini, hatta sonradan o dosta verilen ve Swissotel'de unutulan bu fidenin sahibine teslim edilene kadar "nadide bitki" diye bir tutanakla kayda geçirilip, otel serasında özel bakıma alındığını, sonra dönüp dolaşıp tekrar bize geldiğini ve bizim apartmanda saksıya dikildikten sonra Bodrum'a ancak "vasıl olduğunu" az kişi bilir... İşte küçük resimdeki o fideye biz "Gezgin Fide" adını takmıştık. Cemile Usta'nın dün "Gezgin Domates" şiiri ve pembesinin resmini yollamasının üzerinden çok az bir süre geçmişti ki bir e-posta daha geldi. O mesaj, bir süredir yurtdışında bulunan Pembe Hanım'dandı, bizim Gezgin Fide'nin Bodrum'da ekili olduğu bahçedeki son halini de gösteriyordu.
"Gezgin"in küçük resimdeki hali 10 Haziran 2006'da çekilmişti. Bodrum'da güneşi ve temiz havayı görünce 1,5 ay içinde geldiği şu hale bakın. Şimdi onun "başını yerden kaldırmak" gerek ki meyvalar düzgün biçimlenebilsin...
Gezgin'in Bodrum'daki "annesi" Sayın Ayşegül Sepil'i de böylece PDA'ya davet ediyor , peşinen "Hoşgeldiniz" diyoruz! Pembe Hanım'a da "taaa oralardan" ağ için yaptığı çalışmalara teşekkür ediyoruz.