Haziran 18, 2006

PDA - "USUL HAKKINDA"!

Pembe Domates Ağı'na katılmak için kimi dostlar, "ağa katılmayı düşünmeyen ama bu sitedeki her içerik yenilenmesinden haberdar olmak isteyenler" için kullandığım en alttaki kutuya adres bırakmış (Bloglet). Bu biçimde onlar bizim kendi aramızdaki iletişimden haberdar olamıyorlardı. Bu yüzden katılmak istediklerinden emin olduğum dört beş kişiyi bugün ben listeye dahil ettim. PDA İletişim Ağı için http://groups.yahoo.com/group/pembedomates/ adresindeki listeye üye olmak yeterli oysa. Diğerinin bununla ilgisi yok. Bir ileteyim istedim...

KİBARLARA KİBAR BAKIM

Sevgili yeğenim, aşağıdaki kaydında, pembelerine uyguladığı bakımdan sözetmiş... Burada da fidelerini yeni dikenler için ipuçları var. Fideler size gelene kadar hallice boy atmış ise toprağa yerleştirirken soldaki resimde ve "B" deki gibi yapabilirsiniz. Biz hiç böylesini denemedik, hep "A" daki gibiydi bizimkilerin boyu dikerken, ama mantıklı görünüyor önerilen...

Bbüyümüş "kibarları" kibarca "ipe alma" resmi! Doğal rafya tercih edilmeli, ipler gevşek tutulmalı (Arşiv'de "Mayıs" girdilerinde bu konuda bol ayrıntı var)...

Küçük sürgünler de böyle budanıyor.
BBC, bitki bakımı sitesinde baş ve işaret parmağı ile yavaşça koparılmalarını tavsiye etmiş:
Bunu yaparken ellerin iyice yıkanması ya da eldiven giyilmiş olması gerekiyor.

Çünkü "kibarlar" hemen virüs kapıyormuş.
Kıvrılma, bükülme, sararma, eğilme... fidelerin "virüslendiği"nin belirtileri imiş. Tütün ve türevleri de bu bağlamda risk kaynakları arasında sayılıyor...

Bunlarla doğal yoldan mücadele yöntemleri ise bir sonraki postada olacak!
Posted by Picasa

Haziran 17, 2006

NE KADAR KİBAR BİR BİTKİ TÜRÜYMÜŞ BU PEMBELER!


Boy attılar, serpildiler, cücüklerini temizledik, diplerdeki fazla yapraklarını da aldık, çiçek açtılar... ve bu çiçekler boyunları öne eğik, mahçup mahçup iki haftadır duruyorlar... biraz daha büyük saksılara taşındılar, sağnak yağmur sularını yuttular, yine gıkları çıkmadı... o kadar kibar, o kadar terbiyeli, adeta güngörmüş bir halleri var ki... sanki dersiniz iyice sabırsızlandığımızın, hergün işe giderken ve işten dönerken yanlarına koşup bir değişiklik var mı diye baktığımızın farkındalar... ama tüm bunlara aldırmadan ve hiç sorun çıkarmadan öylece pemdomlaşmayı bekliyorlar... tık tık tık, nazar değmesin...
P.S. Bu arada iki adet fide Acıbadem'deki bir balkona transfer oldu...

Haziran 16, 2006

PEMBE FİDE ARAYANLARA

Bu sabah ÇEKÜL Çanakkale Temsilcimizin eşi Sayın Emine Erten, köy pazarından bir miktar pembe domates fidesi bulup aldı. "Yeter ki meraklı dostlar domateslerine kavuşsunlar, ben onları güzelce topraklayıp yollayacağım" diyor sağolsun... Şimdi onu da daha fazla yormamak için lütfen bana adres bilgilerinizi yazınız ki bir an önce fideleri size iletelim. Ayrıca Mine Özgür de -yanda linkli- elinde bol fide olduğunu ve isteyenlere göndermekte olduğunu bildirdi. Demek ki "fide krizi"ne bitti gözüyle bakabiliriz artık... Bu arada süslü plastik saksılardan vazgeçip kocaman tenekeler edinmeye bakın. Organik toprak ya da temiz doğal toprak ile doldurun... fideler gelince hazır olsun... :)

Haziran 15, 2006

BAFRA'LI ÇİFTÇİDEN 2100 YIL ÖNCESİNE UZANAN ZİNCİR...

"Ekinleri ne sevindirir, toprak hangi yıldızda alt üst edilir,
hangi yıldızda asmalar karaağaçlara sarılır,
sığırlar nasıl bir bakım ister, koyunlar nasıl,
nasıl yetiştirilir tutumlu arılar,
işte şiirime bunlarla başlayacağım, Maecenas!"

* * *
"Ya ne demeli, tohumları saçıp toprağıyla göğüs göğüse çarpışan
kısır toprağın tepeciklerini dümdüz edip de
derelere, çaylara hakim olan ve onları tarlasına yönelten çiftçiye?


KAYNAK: M.Ö. 70-19 yılları arasında yaşamış Roma'lı şair Publius Vergilius Maro'nun M.Ö. 30 yılında yazdığı "Georgica" şiiri.

Prof. Dr. Çiğdem Dürüşken'in Türkçe'ye "Çiftçilik Sanatı" başlığıyla çevirdiği bu kitap, 2006 yılında evde ya da bahçede pembe domates yetiştirmeye çalışanlar için bile önemli teknikler ve ipuçları içeriyor. Vergilius'un yapıtına başlarken seslendiği "Maecenas" da Sezar'ın siyasal anlamda en güvendiği danışmanı ve kültür elçisi imiş. Şair bu zahmete niye mi girmiş? "Latin ruhu"nun en önemli iki ögesinden biri olan "tarım"ın (öteki de askerlikmiş) unutulmaması, bir devlet politikası olarak dikkate alınmasını sağlamak için. Çok heyecan verici bir yöntem değil mi yönetim politikasında söz sahibi olmak için şiir yazmak? Üstelik aynı anda tarımsal kültürü yaşatıp, işlevsel bilgiler de vermek?

Dün akşam Konyarlar'la birlikte idik. Gündemin önemli bölümünü pembeler kapladı doğal olarak! Bunların toprakta "kalsiyum" sevdikleri konuşuluyordu bir ara. Rasim, civarda bol miktarda kum midyesi kabuğu bulunduğundan, onları fideleri ektiği toprağın üstüne serpeceğinden sözetti.

Ya Vergilius'un bundan ikibin küsür yıl önceki tavsiyesine ne demeli? (Aynı kitap sayfa 33:)

"Tarlana hangi ağaç fidesi ekersen, ek bir de
zengin gübre serp mutlaka, unutma bol toprakla örtmeyi de,
gözenekli taşları ya da sert midye kabuklarını göm içine;
aralarından su sızacak böylece, incecik buharlar süzülecek derinlere,
ve sürgünler boy atacak içe içe..."

"İçgüdüsel" organik tarım yapan ve toprağı sütle sulayan Bafralı çiftçiyi, Romalı şair Vergilius'u -ki bir çiftçi çocuğuymuş- ve kentsoylu heykeltraş Rasim'i yaratıcı ve üretken kılan bu kültür, şimdi elle tutulur mu tutulmaz mı? Korunur mu korunmaz mı? Kalk Raci hoca kalk, kalk da sen ver cevabı, ben içinden çıkamıyorum bu rastlantıların artık. Daha fide bulacağız yeni üyelerimize... Allahtan buralarda "bahar uzadı" Hümeyra'nın yorumuyla. Hala vaktimiz var balkonlarda denemeler yapmaya...
****************
EK:

26 Ocak 2009

Yukardaki içeriği gireli 3 yıl olmuş... Bu sabah bu web günlüğü ile ilgili istatistiklere bakarken bir bağlantı dikkatimi çekti. Prof. Dürüşken'in de bir web günlüğü var. Bu kitap ile ilgili içeriğe bizim yukardakini de "Bir Yorum" başlığıyla eklemişler.
Ben de onu bu web günlüğüne tekrar eklemek istedim. Ama yeni bir içerikle değil de bunun altına! Pentimento gibi oldu böylece!

BAFRA'DAN BIR "ORGANIK" YONTEM:

Milliyet'ten: Sebzeleri 'sutle' suluyor...

Haziran 13, 2006

ŞU SIRA "KÖKLENDİRME" DE MÜMKÜN...

Bugüne kadar burada hep çekirdekten fide yapma, fideden de "esas pembe"ye alınacak yolu konuştuk. Bu sabah, büyümekte olanlardan kesilen dalların, köklenmesi için suda birkaç gün bekletildikten sonra dikildiğini ve böylece çoğala çoğala yola devamın da mümkün olduğunu gördüm. Bu durumda şu anda fidesi olanlar, olmayanlara bu yolla yardımcı olabilir belki. Ya da tersi! ;)
Bu "fide edinme" konusunda dün bir "toplu yanıt" yolladım gruba. Ayrıca Anadolu'nun 7 bölgesindeki ÇEKÜL Temsilcilerine de "haber salındı". Bugünlerde sizlere yeni kaynakların haberini iletmeyi umuyorum.

Kaynak:
Orlando'lu "video oyunları yazılımcısı" -nereden nereye değil mi?- Maggie Wang'ın pembe domates yetiştirme fotoğraf albumü. Resme tıklarsanız bu serüvenin devamını da görebilirsiniz...


Bu arada geçen gün Flickr.com da gördüğüm bir "mini-sera"yı da paylaşmadan edemiyorum şimdi:
"Icoyoto" adıyla resimlerini yüklemiş olan bu arkadaş fidesi 15 cm. kadar olduğunda bahçeye ekmiş. Etrafındaki toprağın üzerini nem kaybolmasın diye talaş, saman, yaprak v.b. kırpıntıyla iyice örtmüş (ki buna bu işin terminolojisinde "mulch", "mulching" diyorlar, "bitkisel yastık" anlamına geliyor, hiçbirşey yoksa "gazete kağıdı" da bu anlamda çok işlevsel olurmuş). Sonra da hızını alamamış, fidenin çevresinde içi su dolu 2 litrelik şişelerden oluşan bir mini-sera yapmış...

Not: Siz de pembelerinizin gelişim aşamalarını ve kullandığınız teknikleri dijital kamera ile görüntülüyorsunuz değil mi? :)

Haziran 12, 2006

OREGON'DA "TÜRK PEMBELERİ" yeni KAYNAKLAR

Dünden beri içime dert oldu. "Batılı kaynaklarda Türk pembelerine dair hayli bilgi var da ben mi göremedim acaba?" diye. İyice kazınca bakın ne çıktı! "Victory Tohumculuk" şirketi web sitesinde Türk pembelerinden bahis var! Oregon'dan (abd) bahçıvan Melvin yollamış "Özel Türk pembesi" adını verdikleri bu pembe domates tohumlarını şirkete. Melvin'e de 1972 yılında dostları vermişmiş. Dostları kim miymiş? Türkiye'de "Barış Gücü"nde hizmet ederken pembe domates türlerinden tohum toplayanlar... Bizim çocukluğumuzda "Barış Gönüllüleri" diye Anadolu'da gezinip duran birtakım tipler vardı. Ne iş yaptıklarından tam olarak kimsenin emin olmadığı. Bunlar onlar olmasın sakın?

"Special Turkish"
75 days, indeterminate — A very good tasting, meaty, large (thirteen to seventeen ounce), oblate-shaped, pink slicing tomato. Sent to us by an Oregon gardener, Melvin Christensen, who was given seeds in 1972 from a co-worker who had received them from friends some years prior. These friends had collected the variety in Turkey while serving in the Peace Corps.



Bu arada bugün gelen ve yeni fide kaynakları bildiren e-postalardan birini de paylaşalım:

Milliyet'teki söyleşiyi biraz sevinerek, biraz da şaşırarak okudum. Zira yaklaşık iki yıldır uğraştığım pembe domateslerin hafif şekerli tadlarını başkaca sevenler olduğu hem de evde yetiştirdikleri hiç aklıma gelmezdi.Yararlı olabilir düşüncesiyle bir kaç şeyi aktarmak isterim.domatesleri iki yıl kadar önce Ayvalık-Cunda adasında kaldığım Otel Basel'in bahçesinde buldum. Tadları, renkleri ve ince kabuğu dikkatimi çekince, bunun çok bilinmeyen yerli bir tür olabileceği düşüncesi ile bir kaç tanesinin çekirdeklerini aldım. Geçen yıl Ankara'da denemesini yaptık. Ancak, açık arazide iklim biraz sert ve su az olunca minyatür vaziyette kaldılar. Şehir içinde evinin bahçesinde yetiştiren bir arkadaşım ise oldukça iyi sonuçlar aldı. Takiben, geçen yıl Antalya'dan Ankaraya dönerken Burdur civarında bir yol kenarı köy pazarında da buldum ve hepsinden fide yaptım bakalım sonuçlar nasıl olacak.Kabuğunun ince ve etli, dokusunun kırılgan olması sebebi ile sizin de dediğiniz gibi ticari anlamda üretim ve satış için kullanılamıyor. Yine kabuk özelliği nedeniyle gece gündüz sıcaklık farkının az olduğu ve biraz da nemli iklimlerde daha gürbüz ve mutlu oluyor. Balkonda yetiştirenler için bulabilirlerse az miktarda, yanmış koyun veya inek gübresini öneririm.
Saygılarımla
Gökhan Elmacıoğlu
http://www.bonsaim.com/

Haziran 11, 2006

TÜRKİYE'DE YETİŞMEZ OLUR MU! (MİLLİYET HABERİNE İLİŞKİN AÇIKLAMA)

Yaprak Aras, bugünkü Milliyet'te "Pembe domatesler şehre yayılıyor" başlığıyla yayınlanan röportajında ağımızı duyurup, tüm ülkeye çağrıda bulundu. Kendisine ve onun da bu girişimden haberdar olmasını sağlayan Pembe Hanım'a teşekkür ediyoruz. Yalnız, şu paragrafı yanlış anlayanlar oldu:

Bu günce ne kadar devam edecek, hedefleriniz neler?

***Pembe domatesler az bulunuyor ve türü yok olmaya yüz tutmuş grubun içinde yer alıyor. Anavatanı Amerika olarak görülüyor. Rusya, Bulgaristan ve kimi Akdeniz ülkelerinde de yetiştiğinden söz ediliyor ama henüz Türkiye'de yetiştiğine dair bir kaynağa rastlamadım. Biraz kanıma dokunmadı değil bu durum. Ama "pembe domatesler" benden sorulsun istemiyorum; bu büyük bir sorumluluk ve zaman gerektiren bir şey. Ama korkarım Türkiye'de de olduğu bilinsin diye bu kütüğün İngilizce versiyonunu da yapacağım. Ondan sonrasını henüz planlamadım. "PDA" yani "pembe domates ağı"nı belki uluslararası bir projeye dönüştürürüz, bilemiyorum... Zaman gösterecek. ***

Yukarıda "bold" yazdığım kısmı, "Türkiye'de yetişmiyor" demişim gibi algılayanlar olmuş. Kimileri telefon edip, "Akçay pazarında var, Balıkesir'de var, Antalya'da var" gibisinden adres bile verdiler. Tijen İnaltong da buraya yorum yazıp açıklama yapmış. Sağolsunlar. Ama benim o cümleden kasdım, "Internet'teki İngilizce kaynaklarda Türkiye'de yetiştiğine dair kayda" rastlamadığım idi. İlk röportaj sonradan kısaltılmış doğal olarak. Oysa -Yaprak Aras ile son hali e-posta yoluyla tamamlanan iletişimimizdeki- cümle şöyleydi:

***Internet’teki pembe domates kaynaklarını araştırırken Türkçeye “evladiyelik” diye çevirebileceğimiz “heirloom” sözcüğüyle karşılaştım. Bunu türü yokolmaya yüz tutmuş, az bulunan domatesler için kullanıyorlar. Pembe domatesler de bu grupta. Ana vatanı Amerika olarak görülüyor webdeki kaynaklarda pembe domatesin. Rusya’da, Bulgaristan’da ve kimi Akdeniz ülkelerinde yetiştiğinden sözediliyor. Şu ana kadar Türkiye’de de yetiştiğinden sözeden bir kaynağa rastlamadım daha. Eh, biraz kanıma dokunmadı değil bu durum. ***

Zaten bu yüzden bu sitenin İngilizcesini de yapmayı düşündüğümü söylemiştim...
Her neyse, merak edenler için, ağdakilerin çoğunun görüşlerini de içeren -daha uzun- metni şuraya yükledim:
http://groups.yahoo.com/group/pembedomates/files/
Sevgiler...

Haziran 10, 2006

"APARTMAN ÇOCUKLARI" YA DA ÇETİN ALTAN'IN "SIĞ DENİZLERDEKİ KÜÇÜK KAYIKLARI"

"Apartman çocuğu" ya bunlar, sanmayin ki hepsi aynıdır! Apartman çocuğundan, apartman çocuğuna fark var! Aynı apartman içinde yaşayan ama "daha özgür bırakılanlar"la "üzerine titrenip, evden dışarı bırakılmayan"lar arasındaki fark gibi mesela. Demek istediğim, "aman egzos solumasın, aman börtü böceğe hedef olmasın" diye "sokağa çıkarılmayıp, içerde büyütülenler" hiç de öyle sağlıklı gelişemeyebiliyorlar! Çünkü sonuç "tecrübeyle sabit"!
Yukardaki, bizim trafiğe açık ön balkona dikilenlerden ilki. Gördüğünüz gibi ilk tomurcuklarla yetinmemiş, artık çiçeklenmeye başlamış... Bu resim ise "korumalı arka balkondakiler"e bile olmayıp, ön balkona paralel, hemen hemen aynı zamanlarda güneş gören ama onu açık havada değil, evin içinden, camın arkasından gören iki saksıdan birine ait... Oysa bunların hepsi aynı gün dikilmişti. O gün (13 Mayıs 2006), hepsi, "dökme kurşun askerler" gibiydi... Bir ay sonra, şimdi, aradaki fark ne kadar da büyük! "Tehlike göze aldırılanlar"a herşey vız gelmiş, sarı sarı yapraklı çiçekler açıp, ilk ürünleri oluşturmaya başlamışlar. Korunanlar ise "kerhen" tomurcuklanmışlar...
Gerçi açık havadakine kılıf geçirdik filan ama kocaman delikleri var yine de o kılıfın. Yani o deliklerden içeriye, değil domatesin baş düşmanı, milimetrik beyaz ve kırmızı örümcekler, keyfi istese, semiz çekirgeler bile girebilirdi. Nerede kaldı toz, is, pis... Gelin de tam şimdi burada, Çetin Altan'ın o muhteşem metaforunu, o "sığ kıyılardan ayrılmaması gereken küçük kayıklar" ile "açık deniz tekneleri" ikilemini hatırlamayın bakalım. Kolaysa!

Haziran 09, 2006

PDA-ŞİLE / KONYAR'LARIN PEMBELERİ...


"Pembe domatesler ile birlikte büyüyecek bu zincir, bizi pek çok nedenle heyecanlandırıyor. Domatesler sayesinde Turkiye'den dünyanın hangi köşesine ne kadar farklı sesler taşınacak kimbilir... Türkiye'nin ve aydın Türk insanının tanıtımına ne renkli bir katkı! Bunun da ötesinde, gittikçe kararan bu ülkede, pembe bir şemsiyenin altında, toprakla gelişen bir gücün parçası olduğunu bilmek insana umut veriyor...


Hümeyra ve Rasim KONYAR”

Hümeyra ve Rasim Konyar, Şile'de, tertemiz bir toprağa ektikleri pembelere ne kadar şefkatle bakıyorlar değil mi? Aşağıdaki resimde de onlardan birine "zoom" yapmışlar.

Ben de en az onlar kadar heyecan yaşıyorum PDA Şile bölümü için. Nedenini açıklayayım. "Denekler" vardı ya "Denekler" hani işin başlangıcında. Çöpe atmaya kıyılamayıp, rastgele bir tepsiye dikilerek "Darwinist" bir tavırla "ne olacakları" beklenen (Şu sağdaki küçük resimde siyah tepsidekiler)... İşte onlar yaşam sınavlarının ilkini başarıyla geçtiler, varoşlarda büyümeye mahkum edildiklerine hiç gocunmayıp, "biz devam ediyoruz" dediler ve "kendi çaplarında sağlam" bir biçimde boy attılar. Hiç olmayabilirlerdi de bu hayatta. Onları da Şile'ye göndermek fikri içimi çok rahatlattı. Rasim son kalan fideleri almak üzere bize geldiğinde, "gelişkin" kardeşleri teker teker kutuya konarken, onlar da topluca aynı kutuya kondular. Egzoslu İstanbul'dan kaçıp, Şile'de toprakla buluştular. Bir başka deyişle şimdi artık onlar da "aristokrat" oldu. Bundan sonrası çok daha kolay. Hem ilgi, hem bilgi, hem sevgiyle büyütülecekler orada.

PDA- Cemile USTANIN PEMBELERİ

Pembe Domates Ağı'ndan Cemile Usta dün akşam yollamış:

"İstanbul'da yaşıyorum. Pembe Candaner'in yazısı ile haberdar oldum pembedomates grubundan. Pembe domatesi çocukluğumdan biliyordum; İnegöl'de yaşayan annem, haftanın belirli günlerinde kurulan köypazarında, özellikle pembe domates bulmaya çalışırdı. Pembe domates, o kadar lezzetliydi ki... mis gibi de kokusu vardı. İstanbul'da geçen sene balkonu biraz daha büyük bir eve taşındığımda, Eminönü'ne gidip domates-biber tohumu alıp onları balkonuma ekmiştim. Tohumdan çıkışını, büyümesini izlemek, yapraklarını koklamak, çiçek açtığını, çiçeklerin dökülüp domatese dönüştüğünü, kızarmaya başlamasını seyretmek, fotoğraflamak ve paylaşmak çok hoştu. Gazetedeki yazı üzerine Avniye Hanım'a kendimi tanıtan ve bu serüvene katılmak istediğimi bildiren bir mesaj yazdım.
31 Mayıs gecesi, biri boylu-poslu, ikisi minyon toplam üç fidem oldu. Böylece Haziran'a bir yenilikle girmiş oldum. Küçüklerden birini, karşı dairede oturan komşum Lale Hanım Teyze'ye, diğerini de hafta sonu anneme verdim. Boylu-poslu olanı ise, kendime ayırdım ve balkonumdaki en büyük saksıya diktim, dibine de doğal gübre ve fundalık toprağı ilave ettim. Bu akşam pembedomates fidem 20 cm boyunda, fotoğrafını burada görebilirsiniz. Aslında ayrı bir saksıya diksem daha iyi olacak galiba. Umarım bu pembedomates hareketi her geçen yıl yeni katılımcılar ile büyür ve İstanbul gibi büyük kentlerde yaşayan bizler bu lezzeti hayatımızın bir parçası haline getiririz.
Sevgi ve saygılar - Cemile Usta"


Evet Cemile Hanım, bir an önce ayrı bir saksıya dikmeniz çok iyi olacak. Çünkü bunlar tarlaya bile dikilirken en az 30-40 cm. ara istiyorlar ve kökleri sürekli büyüyor. Lale Hanım teyzeniz ve annenizdekilerin havadisini de bekliyoruz. Sevgiyle. A.T.

HALASI, NİHAYET ÇAMLICA'DAN BİLDİRİYORUZ...

Halası, işte senin bize A3 büyüklüğünde bir tepside sıram sıram dizili verdiğin pembelerden bazıları... araziye uymuş ve çeşitli komşular edinmiş vaziyetteler. Yandaki resimde biberiye, lavanta ve sarmaşık hanımlarla grup pozu verdiler... Neriman araya bir de kabak sıkıştırmış, onu oradan almak lazım... fakat süper bereketli bir iş bu... tırnak büyüklüğündeki her bir bebe, inanılmaz bir hızla büyüdü... büyüdükçe A3 tepsiden ayırdık, her birine yer bulmaya çalıştık. Bu resimdeki büyük saksı ilk evleriydi, buradan bahçenin ve diğer saksıların çeşitli yerlerine dağıldılar...

Sağdaki resim, arka taraftaki mini-bostandan... Mustafa'nın ısrarıyla bu sene de (6. gurur yılımıza girdik) üretime devam ediyoruz... Çamlıca'nın rüzgarlı ve serin havasına mini-bostanın gölgeli konumu da eklenince, pembeler burada biraz üşüdüler... ama doğrudan toprağa ekecek başka yer yok... dayanın pembeler, Haziran'ın da cilveleri geçsin, şööyle bir Temmuz sıcağı bassın, kemikleriniz ısınacak... Yeşim aradı, Sütlüce'de dolu yağıyormuş. Hani ozon deliği kapanmıştı?

Bu saksıdakine özel yer ayırdım, bir de isim mi versem acaba? Resimler de isli ve hisli çıkmış, pembe rüyalar aleminden çekildiler ya onun için kusura bakmayın :)





Ve işte üstteki saksının karşı komşuları... Öyle ıkış tıkış durduklarına bakmayın, ilk çiçeklenenler bunların arasında. Sanırım güneş herşeyin ilacı. En çok burası güneş alıyor... Tabi yakın komşuları çilekler, pembelerin arkasında kalmış ve görünmeyen beyaz hercailer ve yeşil saksıya aktardığım nazlı leylakla beraber... Zavallıcık tedavide ama dibine üç tane pembeyi misafir etmeyi bile kabul etti... En öndeki ikili küçük yeşil saksının iki gözünde de pembelerle beraber gelen fesleğenler vardı, bir tanesini böcekler mideye indirdi, diğeri duruyor. Bakalım kalanı, pembeler, mozarella ve biraz zeytinyağı ile birlikte bize kısmet olacak mı... dedim ama bizim için pembeleri yemek, Levent'in kümesteki en sevdiği çil horozunu, annesinin akşam misafirlere ikram etmesi kadar üzücü olabilir...

Haziran 07, 2006

P.D.A - KUAFÖR BEDRİ PEMBELERİ

Bu sabahki postada, Bedri Ertürk'ten gelen bu resimler güne keyifle başlamak için çok güzel bir neden... Bedri Ertürk, ya da "ailemizin kuaförü Bedri", doğaya çok saygılı, insanlara dikkatli, "çağdaş bir Türk"tür. Ailenin hemen bütün kadınlarının saçı da "ona emanet"tir. Saçlara gösterdiği özeni bitkilerine de gösterir. Bedri Bey'e iki hafta önce verdiğim iki fide o gün 10 cm. boyundaydı. Resimlere bakılacak olursa iki misli boy atmış gözüküyorlar. Buradaki teknikleri -olgunlaştırma kılıfı, çapalama, alttaki dalları kırıp alma, tomurcuklanana kadar pek sulama yapmayıp, sonra sulamayı artırma ve hatta 15 günde bir organik gübre ile sulama- uygulayacak şimdi o da kendi pembelerine... Bu pembeler de "apartman pembesi" ama "şanslı"lardan, çünkü egzosdan uzak bir "iç bahçe"deler. Üstelik apartmanın otoparkına katılmaması için Bedri Bey'in ciddi mücadele verdiği bir alan orası...

Haziran 06, 2006

PEMBE DOMATES AĞINDA YENİ BİR NOKTA: "İZNİK"

"Domates fideleri evde kurumadan ! İznik'de damla sulamalı bahçeye yerleştiler. Beş hafta sonra renkleri ve tatları ortaya çıkacak. Sizleri gelişmelerden haberdar edecegiz...
selamlar
tamer +elif"



Sabah bilgisayarı açtığımda yukarıdaki e-postayı ve ekinde bu resimleri buluyorum. Apartman komşularımızdan Arıkan'lar yollamış. Münevver'in deyimiyle 2 fideyi de onlar "evlat edinmişti". Demek "İstanbul balkon savaşları"nı gözardı edip, fideleri İznik'e kaçırmışlar, refaha kavuşturmuşlar. İyi de etmişler. Şu konfora baksanıza! Göle nazır bahçe, damla damla sulanma... Tamer Arıkan 5 hafta süre tanımış pembelere. Bu işten anlar o. Haydi bakalım... Saymaya başlıyoruz haftaları İstanbul'dan... Bu arada Münevver bu blogtaki şu yazıya bir yorum yazmış. Organik tarımda, haşarat ile organik mücadele için yeni ipuçları veriyor. PDA'nda (bundan böyle "pembe domates ağı" PDA olarak yazılacak, ne de olsa serde "online" akademik çalışma yapan bir öğrenci olma gibi bir "arıza" da var! ) en geniş ekimin yapıldığı Tekirdağ noktasının sahibi Metin Varol da bir açıklama yollamış. O da şu yazının altındaki yorumda!

Haziran 05, 2006

"KAŞIĞA ÇARPAN DİŞ": "İLK TOMURCUKLAR"


Hani ne derler "görmemişin oğlu olmuş" misali, ilk çıkan domates adayları neredeyse elimizde kalacak. Meğerse bunlar girmiş çoktan minik minik "meyva verme" aşamasına, tomurcuklanmışlar da haberimiz yok. -Şu duygularımı çocuk büyütmüşler çok iyi anlayacak, eminim- Üstüne titrenen bebekler gibi, dişi kaşınır, ağlar sızlar, yardımcı olmaya çalışırsınız, bir yandan her gün kontrol edersiniz beklenen o ilk dişlerin patlak verip vermediğini. Bir türlü çıkmazlar. Çocuk da normalleşmiştir sanki. Sonra bir gün velet yemek yerken ve kaşığı da ağzında dolaştırıp duruken "çıt" diye bir ses duyulur. O "pirinç taneleri" çıkmıştır da üstelik mama kaşığına bile çarpmışlardır... Bütün aile delirir, "çıktı çıktı" diye... Eh biraz abarttım galiba, ama buna yakındı şaşkınlığımız bu sabah, şu -çerçeve içindeki- şeylerin varlığını farkettiğimizde... Nasıl korumalı ama. Nasıl sımsıkı saklıyor o laleye benzeyen küçük yapraklar içindekini... Ha, "ne ekersen onu biçersin"den çok, "nereye ekersen onu biçersin" durumu da sözkonusu bu arada... Resim, -koruyucu kılıfı ile- pis şehir havasına maruz, ama daha çok güneş gören, "en büyük" saksıdaki canlıya ait. Daha steril ortamda duranlar ve daha az topraklı saksılara dikilenler bunun gibi "kanlı canlı" değiller. Onlar da başlamış tomucuklanmaya aslında. Sonradan "alıcı gözle" bakınca görülebiliyor. Ama onların yeşili daha açık yeşil, tomurcuklar neşesiz... Kıssadan hisse çıkarmaya elim varmıyor ama gelin de çıkarmayın şimdi: "Biz Türküz bize bişey olmaz"! Bu anlı şanlı Çanakkale yarımadasından gelip, çeşitli İstanbul semtlerine yayılmaya başlayan canlılar da aynı kahraman Türk domateslerinden değil mi?!! Evin korumalı bölgelerinde "sinameki" bir biçimde çoğalmaya çalışan diğerlerini de alıp, ön balkona mı çıkarsak acaba?

Haziran 01, 2006

"KIRMIZILAR" TETİKTE!

"Su uyur, düşman uyumaz" derler ya, bizim açıkhavalı balkonun "karşı güçler" takımındaki "en kararlı" grup olan "kırmızı örümcekler" sardunyalar üzerindeki çalışmalarına devam ediyorlar. Şu yaprağın üzerindeki küçük, koyu pembe nokta, onlardan biri. "Kıpkırmızı", kolları bacakları olan bir "örümcek" bekleyenler hiç şaşırmasın şimdi. Bu bal gibi bir kırmızı örümcek. Renginin açık olmasının nedeni az önce bir "sabunlu su taarruzu"na uğramış olması. Bunlara habire arap sabunlu su püskürtüyoruz. Ama antibiyotik çocukları gibi direnç kazandılar. Ölmüyorlar. Renk atıyorlar. Kol bacak da yok ama bunları kendi haline bıraktığınızda -nasıl yapıyorlarsa- üzerinde "çalıştıkları" yaprakları, çiçekleri beyaz, yapışkan ağlarla örüyor ve cansız hale getiriyorlar. Aynı şeyi yapan "beyaz versiyonu" da var bu meretin. Onları farketmek daha da zor. Beyaz oldukları için kolay kolay göze çarpmıyorlar. Dolayısıyla önlem almakta gecikebiliyorsunuz... Neyse örümcekler bizim pembelere henüz bulaşmadılar. Aman bulaşmasınlar da. Bu kadar emek verdik onlara...

Mayıs 30, 2006

SAHİP BİZİ TARLAYA GÖTÜR!


Varol Çiftliği'nde "ocaklar" açılmış, (bu çukurlara öyle denirmiş, acaip bir terminoloji zenginleşmesine maruz kalmış durumdayız) diplerine organik gübreler konmuş...
Bahçıvan ağabey de bizim "home-made fideleri inceliyor!

İlki dikilmiş bile... İyice bastır, ört üzerini...

Sıra diğerlerinde...

(Bu serüveni de aynen böyle izleyeceğiz... Devamı da iki hafta sonra!) Posted by Picasa

BÜYÜK GRUBUN DİKİLDİĞİ YER: TEKİRDAĞ YAKINLARINDA METİN VAROL ÇİFTLİĞİ

Daha önce MAT'ın önemli bir miktar fideyi alıp bahçıvanlı bir çiftliği olan arkadaşına götürdüğünü söylemiştim. O arkadaş; Armada yöneticilerinden dostumuz Metin Varol. Kendisini tanıdığımda baskın hobisi nümizmatlık olan Varol, para ile pulla uğraşmaktan çok sıkılmış olacak herhalde ki şimdilerde "doğaya dönük" hobiler edindi. "Kuş yetiştiriciliği"nden sonra ekip-biçme işlerine de merak sarmış ve Tekirdağ yakınlarında bir arazi almış. Burayı "arındırmaya" ve organik tarım yapmaya niyetli (Nitekim benim "pembe"leri alıp da onları tarım ilaçlarıyla, şunla bunla yetiştirmek durumunda olan kimseye vermedik hiç). Bu tarlanın geçmişini bilmemekle birlikte, Varol'un söylediği kadarıyla şu andan itibaren pembe domateslerin oradaki yaşamlarını doğal yöntemlerle sürdürmeleri için önlemler alınmış durumda. Bakalım, aslolan "evdekiler" tabii, ama bu tarla versiyonunu da izleyeceğiz...
Geçen Cuma evden ayrılan pembeler, Cumartesi (27 Mayıs) "nizami" olarak Varol Çiftliğindeki yerlerini alıyorlar... Bunları "evlat edinen" Metin Varol da (resimler için çok teşekkürler!) cep telefonuyla (yukarıdaki gibi) adım adım görüntülüyor tarlasal aşamayı...


Evden gidiyorlar!





Tarlaya ulaşıyorlar!

Mayıs 28, 2006

KOMŞUMUZ PEMBE HANIM YAZMIŞ: "Pembe domatesler"

" Apartmanda böylesine bir serüvene girişmek, bana çok uzun yıllar önce Amerika'da aldığım bir yöneticilik dersini hatırlattı. Yöneticilerin sabırlı olmayı öğrenmeleri ve yol boyunca karşılaştıkları problemleri sabırla çözebilmeyi öğrenmeleri için verilen bu dersi almak da mecburiydi. Bütün bir sömestr boyunca bu derste öğretilenler, bazılarına dışardan bakıldığında çok basit gözükse bile çok zor bir dersti. Bu ders çeşitli tohumları elde edip, onları ekip, büyümelerini gözlemlemek ve onları yazıya dökmekten ibaretti. Bir çeşit doğanın bize verdiği çok önemli dersi bize hatırlatmaktan başka bir şey değildi. Orada bize öğretilen aslında çok önemli ve basit bir gerçekti: Her şey emek ve sabır ister. Bir şeyi yaşatmak, büyütmek ve ondan meyve alabilmek için doğumundan itibaren özen ve emek göstermek gerekir. Emek verilmeyen tohumlardan çıkan bitkilerle; emek verilmiş tohumdan çıkan fidenin farkı çok büyüktür. Bir günde değil 'pembe domates' hiçbir şey yetiştiremezsiniz... 'Apartmanda pembe domates' serüveni. Hem de bizim apartmanda! Hemen bu heyecanı paylaşmalıyım onlarla. Üstelik dikim törenini bile kaçırmışım, hemen zaman kaybetmeden 'pembe domateslerime' kavuşmalıyım. Bu akşam her şeyi bırakıp elimde boş saksılar Tansuğ'lardayım."
(-Başlangıcı bizi hayli mahcub eden hoş algılarla dolu- yazının tamamı için başlığa ya da onun fotoğrafına tıklayabilirsiniz!)