Temmuz 04, 2006

"YOĞUN BAKIM"! VE ÇOK AMAÇLI BİR DOĞAL REÇETE

Evde ve bahçede doğal yöntemlerle yetiştirmeye çalıştığımız "pembe domatesler"in meraklısı doğal olarak yalnızca biz değiliz! "Yaşamını onlarla birleştirmeye kararlı" pek çok yaratık varçevrelerinde. Kimilerinin onlara yararı çok; arılar, bahçe örümcekleri, (özellikle güve kelebekleri dışındaki) bazı kelebekler ve uğur böcekleri gibi. Örneğin sonuncuların her biri günde en aşağı 50 adet yaprak biti ("aphid") yiyerek doğal koruma sağlıyormuş üzerinde bulunduğu bitkiye... Ama kimileri de "bütün canlılar eşittir ama bazıları daha çok eşittir" yaklaşımıyla onları sömürmeye kalkışıyor... Üstelik onların bazılarını gözle göremiyoruz da... Mantarlar ve virüsler gibi... Peki biz PDA'cılar ne yapacağız? Doğal yollarla mücadele edip, pembeleri kollayacağız elbette... Değil mi ki evlat edindik bir kere onları... Son günlerde bu konuda "iyi de nasıl?"lar çoğaldı. Aslında vakit bulup çok ayrıntılı bir liste yapmak istiyordum ama ben de bu işi yeni öğrendiğim için biraz da çekindim açıkçası. Yine de çok denenmiş ve deneyip yararını gördüğümüz yöntemleri burada bir daha paylaşıp bir de "ev reçetesi" vereyim...

En Etkin Yöntem: Bitkiyi sağlam tutmak. Bunun için temiz ve doğal toprak, doğru dikim teknikleri, büyüdükçe saksıdaki toprağı çoğaltmak, çapalamak, çiçeklendikten sonra suyuna dikkat etmek, toprağın nemini korumak için üzerini -temiz- humusla o yoksa gazete kağıdı bile olurmuş- örtmek, çiçeklenmeden başlayıp domatesler toplanana dek organik gübreleme, arada "sucker" denen emici sürgünleri ve alt yaprakları budama , ipe alma, sırık/çubuk kullanarak -ki bunların tümü yandaki "ipe alma"da olduğu gibi, resimli ve açıklamalı olarak hem bu blogdaki çeşitli girişlerde, hem de Yahoo'daki iletişim listemizde paylaşıldı. Yeni üyelerimiz onları ve hatta yazılan yorumları okursa hayli ipucu bulacaklar-...
"Başı yere eğilmesin..."
Şöyle diyorlar: "1) Başını yerden kaldırın!
2) Ona yeterli alan verin, 3) Asla yaprakları nemli iken budama ya da bağlama yapmayın..." Bunlara "günde en az 8 saat güneş görsün"ü de eklemekte yarar var. Böyle olunca pembenin başına bir kaza gelse bile bir iki ufak müdahale ile yine kendisini toparlıyor. Bırakalım onlara zarar veren diğer canlıları bir tarafa, en büyük tehdit, "hava kirliliği" zaten... Ben başından beri yoğun trafiğe bakan balkondakileri ancak "koruyucu kılıf" ile orada tutabiliyorum. O kılıfları yapanlar aslında mini-sera olsun da domatesler çabuk olgunlaşsın diye yapmışlar ama burada bu işe yaradı, nisbeten daha az pisleniyorlar. Arada bir onları yıkayıp tekrar giydiriyorum. Yıkama sırasında simsiyah sular akıyor. Bu "delikli torbalı alamet" cadde estetiğini bozmasın diye de önlerine sardunyalarla yapılmış bir barikat var. Sardunyalarda ise kırmızı örümcek aileleri yerleşik durumda. Aslından onlardan çok korkuyordum. Arkadaşım Münevver, kırsal kesimde domates ile sardunyanın hep yanyana tutulduğunu gözlemlemiş, bunun özellikle mi öyle yapıldığını merak etmişti. Galiba öyle. Gerçekten domatesi çok sevdiklerinin söylenmesine rağmen bizdeki kırmızı örümcekler hiç iltifat etmiyorlar onlara. Sürekli arap sabunu banyosu yaptıkları için midir, nedendir bilmiyorum. Bir yerde onların da iki çeşidi olduğunu, bir grubun "yararlı böcekler"den sayıldığını okumuştum. Ama bırakırsanız hemen çoğalıp sardunyaların canına okuyan bunlardan korkulur. Bir yaprakta en fazla 4-5 tanesi görülürse önlem alma zamanı gelmiş demek... Demek ki denemenizde yarar var. Koyun bakalım sardunyalarla domatesleri yanyana. Sardunyalara ayıp olmaması için de basın üzerlerine arapsabunlu su karışımını bir püskürtgeç ile sıkça...

Diğer yararlı birliktelikler: Domates ile bir arada olması hastalık ve haşarattan korunması bakımından çok yararlı olan diğer bitkilerin başında havuç geliyormuş. Ama bu bahçe ve tarlası olanlar için. Balkon bahçıvanları ise domatesi, kadife çiçeği ve su teresi ile yan yana getirmeyi deneyebilirler. Kaynak: Hatta orada ilk kez "Permaculture" kavramıyla karşılaştım. Temel değerleri arasında insanı "toprak"tan ayrı değil, onun bir parçası olarak görmek ve doğaya saygı bulunan bu yaklaşım en kadar hoşuma gitti ki, henüz İngilizce sitemiz olmadığı halde "ring"lerine bizim Türk pembelerini de ekledim. Karşılığında onlarınkini yan panele koyarak. ) Siz de girip bakabilirsiniz. Daha pek çok ipucu var. Ör. Gülle sarımsak!

Mekanik mücadele: Önce gözlem ve elle müdahale. Herşeye rağmen "birşeyler" görüyorsanız, gördüklerinizi önce elle ortadan kaldırın. Kötülemiş yaprakları kesip alın. Olmadı şu koruyucu kılıflardan giydirin... Onlar delikli gerçi ama yine de bir engel şuna buna karşı. Örneğin larvalarını bitkinin gövdesine bırakmak için şu ara kol gezen güve kelebeklerinden korumuş olursunuz en azından... Kimileri uçan zararlıları yakalayan "sinek kağıdı" türü yapışkan tuzakları tavsiye ediyor.
Yok "failleri" göremeyip yaptıklarının sonuçlarını görüyorsanız, yukarıdaki gibi bakımın, ilgi ve şefkatin dozunu artırın...

Doğal destek: Örneğin, burada çok ilgi gören bir Bafralı Çiftçi haberimiz var. Arada sütle sulama yapan. Sonradan çok kaynakta süt tavsiye edildiğini gördüm. Bu domatesin toprağında kalsiyumu çok sevmesi anlamına geliyor. Yetmiyorsa mevcut doz, bunu sarararak belli ediyor. Süt bu açıdan hemen işe yarıyor. Yağsız süt + su karışımını sararan yapraklara püskürtmek ve kalanı toprağına dökmeyi ben denedim. Sonuç inanılmaz olumlu oldu. Neredeyse "bu sizlere ömür" demek üzere olduğum iki saksı şimdi bu sayede yarışa devam ediyor önden yol alanlarla... (Ben o karışıma çok azıcık arap sabunu da ekledim. Çünkü yapraklarda cansızlaşıp "kıvrılma" durumu da vardı...) Şu web sitesinde bu sütlü karışıma "antiperspirant" (neyse o, benim bildiğim "ter ilacı" demektir bu ama belki başka bir anlamı mı var?... herneyse ürktüm ben ondan) ekletiyor ve bunun "virüse karşı koruyucu" olduğunu söylüyor... Aynı sitede sarımsaktan, sirkeye, turp otundan mısır ve çaya pek çok doğal madde ile hazırlanacak doğal "ilaç"lar var ama hepsi domates için değil.

Bir reçete: Bu da bir Japon reçetesi. Çok amaçlı. Mantar ve haşarata karşı. Her türlü bitkiye bu arada domateslere iyi geldiği söyleniyor. (İngilizceleri de aynen bıraktım ki sonra bir itiraz olmasın):
3 yemek kaşığı "baking soda" (bildiğimiz karbonat ), 2 yemek kaşığı "ivory soap"(bildiğimiz saf beyaz sabun, arap sabunu daha iyi), 1 yemek kaşığı "vegetable oil" (bitkisel yağ). Bunları 1 "gallon" (4 ila 5 lit. arası) su içinde iyice karıştırıp sonra püskürtme kabı ile püskürtüyorsunuz yapraklara... Önce alttaki yapraklara bir sıkıp, 3-4 gün bekleyip, bu süre içinde bitki ters bir tepki vermez ise daha cesurca devam etmeniz önerilmiş... Münevver Eminoğlu da buna benzer bir çözümü organik tarım çiftliğinde uyguladıklarını söylemiş idi bir yorumunda burada...

Biraz uzun oldu anlatılanlar bugün belki... Ama bu paylaşım, "kestirme" yoldan "gidin eczaneden şu zehiri alın, şöyle sıkın, böyle serpin" yollu önerilerle yerleşen doğa düşmanı alışkanlıklarımızı dizginlemede bir nebze yararlı olduysa, olacaksa, zahmete değmez mi?


Bu resimler yukarıda sözünü ettiğim o solmuş,
sararmış, böceklerce yenmiş ve ön balkona getirilip süt kürüne girmiş (hepsi hepsi 2 kere o da) pembeye ait. İki resmin arasında da iki hafta kadar bir fark var sadece...

Temmuz 01, 2006

ACEMİ BAHÇIVANIN İŞ KAZASI VE BİR İLK YARDIM!

Geçen sabah erkenden biraz budama işine giriştik... Neyin nasıl budanacağı şu sitede çok güzel gösteriliyor... Bu işin öncelikle "temiz ellerle ya da eldivenle" yapılması salık verildiği için biz de öyle yaptık. Zaten bu mahlukun dalları o kadar körpe ve kırılgan ki, şöyle bir tutmakla ve geriye doğru bükmekle "tık" diye elinizde kalıveriyor. Ne var ki şu resimdeki gövde ve ona bağlı olup da şu anda gözükmeyen dal, hallice sağlammış. Çek çek kırılmadı ve de gördüğünüz gibi derin bir yara açıldı dalın gövdeyle birleştiği yerde... Panik içinde kalınınca çareyi aşağıda gördüğünüz uygulamada bulduk!
Bu alt dallara ne kadar çok "kıyarsanız" domatesler o kadar büyük oluyormuş. Çoğu PDA üyesi bu budama işinden hiç hoşlanmıyor. "Kıyamıyorlar" bile onlara dokunmaya. Haksız değiller. Tabii ki biz insanların icad ettiği bu budama işi "vandalizm"in doğaya yapılanı değil mi? Bırakalım küçük olsun domatesler yahu... Suçluluk duygularımıza yenilerini eklemek şart mı? Ama o merak var ya "merak"... Haydi şimdi bir de "kedi"ye getirmeden lafı, şu tuşu tıklayalım artık: "Publish Post"!

PDA - TEKİRDAĞ: 27 MAYIS'TAN 27 HAZİRAN'A...

27 Mayıs 2006 sabahı evdeki fidelerin önemli bir bölümünün Tekirdağ yakınlarındaki Metin Varol çiftiliğine gittiği iyi ki kayıtlı burada... Dikildikleri günden ve ondan 10 gün kadar sonraki hallerinden görüntüler de kayıtlı... Aşağıda ise 27 Haziran'daki durumlarından bir kare var. Pembeler artık belirmiş... Bir ay içinde alınan yol güzel, öyle değil mi?

Haziran 30, 2006

P.D.A. HABERLER - VAN ve İSTANBUL'DAN...

PDA Üyesi Sayın Şehribanoğlu, Van'da domateslerini böyle ekmiş... Bakın neler diyor:
"Domates yetiştirmeye 3 yıl önce Van’a gidincebaşladım. Daha önce de çiçekler beslemiştim, ancak domatesten aldığım zevk çok farklı...
6X5 m bir bahçem var. Bu sene domates, biber, salatalık, acur, patlıcan, kabak,şemama kavunu, marul, fasulye, maydanoz, nane, soğan ektim. Ama ağırlık yine domateste...
Bu yıl üç farklı domates ekimi gerçekleştirdim. İlk ekimden iki gün sonra yoğun yağmurlar sonucu bazı fidelerim eriyip gittiler. Bir hafta sonra ikinci ekimimi gerçekleştirdim. 2 hafta sonra da bulduğum dört tane sırık domates fidelerini ektim. İlk parti ektiğim fideler çiçek açıp domatese dönüşmeye başladılar bile.
Grupta yazılan yazıların çoğunu okudum, kendimi biraz daha şanslı hissetiğimi söylemeliyim. Fide bulmak da, doğal gübre bulmak da benim için sorun olmuyor. YYU kampusünde oturuyorum ve kampuste ziraat ve veterinerlik fakültelerinin hayvan barınakları var. Gidip istenildiğinde kendi tarlaları için ayırdıkları kurutulmuş hayvan gübrelerinden veriyorlar. Benim problemlerim, toprağın verimsiz, yer yer killi toprağın bulunuyor olması ve tabiî ki yabani ot. Düzenli ot ayıklamak ve bitkilerin sıkışan toprakta gelişimini sağlayabilmek için bol bol çapalamak zorunda kalıyorum.
Beni bu işte en çok etkileyen ve teşvik eden, dalından koparıldığında elime sinen o domates kokusu. Küçük bir fideden başlayarak büyüyüp, gelişen ve sevimli sevimli kızaran o meyveler. Masamda bunlar benim emeğim diyerek durmaları ve o büyüleyici kokularından aldığım zevk için bu hobiye devam ediyorum.
Böyle bir grubun varlığına, internette domates üzerine yazılar ararken rastladım ve çok mutlu olduğumu söylemeliyim. Paylaşımlarınızı okumaktan mutluluk duyacağım. Saygılarımla, Sanem Şehribanoğlu..."


Şimdi sıra İstanbul'dan bir başka PDA üyesi, Sayın Dilek Gürelli'de. Ona Sayın Erten'in Çanakkale'den yolladığı fidelerden verdiydik. İşte öyküsü:
Dilek Hanım'dan ilk mesaj:

Geçtigimiz perşembe öğlende Avniye hanim ile yaptığımız tatlı sohbetten sonra aldıgim 10 adet fideyi akşama kadar ofiste nemli sekilde bekletip, akşam bir gayretle eve gidip saksı aramaya basladim ama yeterince büyük bir saksı bulamayınca, dogru Migros'a kostum. Yalvar yakar zeytin ve peynir tenekeleri sordum, çöpe attıklarını ayırıp verdiler ( ofis kıyafetlerimle Migros'dan eve boş teneke taşımamı gözünüzün önüne getirin !! ), Ufacık balkonumda onları yıkayıp paklayıp (teneke kenarları parmaklarımı kesti !! ) domatesleri dikilmeye hazir hale getirdim ama zeytinyagi da peynir de toprağa faydalıdır diye cok da dertlenmedim.
Onceden hazırladığım taşları, toprakları, yeni öğrendiğim dikme usullerince hazırlayıp fidelerin büyük olanlarını tek, minikleri 2 ser veya 3 er tane diktim. Sadece 3 adet teneke bulduğum için, çok sıkışmasınlar diye geriye kalan 4 adet fideyi de akşama başka arkadaşıma hediye ettim. ( o da dikmiş, bakalım hikayesini dinleyecegim, üye degil, onu da üye yaparım inşallah). Fidelerin etrafinda su yolu yapmalar, sulama sekli falan binbir itina ile yaptim...
Aynı akşam da "Saraydan Kız Kaçırma" operasına biletim olduğu için iki ayağım bir pabuca girmiş haldeydim. Binbir dua ve sevecen bakışlarla onları öylece bıraktım. Hafta sonu ve pazartesi dahil evde yoktum, bu sabah baktığımda dik durduklarını gördum, sanki tutunmuşlar... Ama çok sıcak oldu, ölmesinler diye yine su verdim, galiba hata yaptım, çapalama işini unuttum, çiçeklenene kadar su vermeyecek miyim artık? Yardım ve akıl istiyorum.
Hani tenekeye diktim diye sevinç yapıyordum (demir ihtiyaci !! ) ama şimdi dertlendim biraz, su işini tam anlamadım galiba, bir de çap
ayı da hergün mü yapacağım, tenekelerin yarısına kadar toprak var, toprak ilave etmeli miyim ?


İkinci mesaj:

Merhabalar,22 Haziran Perşembe günü aldığım fidelerimin teneke kutulardaki son halleri böyle, hergün selam sevgi gönderiyorum, inşallah çiçeklendiğini de görürüm, şimdiden yaprakları koklamak bile çok hoş oluyor, pek nazlılar ama tutunacaklar sanıyorum. / Dilek

Dilek hanımın sorularına yanıtlar:
* Çiçeklenene kadar haftada bir çapalama, su yok. Çiçeklerden sonra haftada 2 kez su yeterli imiş...
* Toprak ilavesini "boğaz doldurma" biçiminde yaparsınız, acele etmeyin, iyi ki pay bıraktınız.
* Alt kısımlardaki yaprakları ve diğer "emici" sürgünleri -yaklaşık 10 günde bir- toplayacaksınız... Bitki uzayınca saksıya çubuklar dikip ipe alma gerek... Daha sonra birer domates olgunlaştırma kılıfı da geçirebilirsiniz üzerlerine...
* Haşarat görürseniz onları önce elle ortadan kaldırın!
* Kıvrılma, sararma v.s. türü rahatsızlıklar olursa yağsız süt ve su karışımı (hatta bir tatlı kaşığı arap sabunu da ekleyerek) püskürtün öyle olan yapraklara... Kalan sütü toprağa dökün.
* Bitki kuvvetlendikçe bu tür -virüs, haşarat, kirli hava v.d.- saldırılara rahatça karşı koyuyor...


Haziran 29, 2006

KAMÇEZ'LERİN PEMBELERİ

Değerli çevirmen, Sayın Şefika Kamçez yollamış:

"Bizim evdeki pembe domates haberleri de şöyle:))
Mine Hanımı yerinde ziyaret edip pembe domatesleri ellerimizle seçtik. Sekiz tane pembe domates aldık. Balkonumuza altı tane sığdırabildik. İki tane de (bol bol pembe domates propagandası yaptığım) arkadaşım Ferhan bahçesine ekti. Eskiden beğendiğim domateslerin çekirdeklerini saksılara ekip domates elde etmişliğim var. O yüzden çok büyüdüklerini, dallanıp budaklandıklarını, yani saksı büyüklüğünün önemini biliyorum. Yine de yer darlığı nedeniyle hepsini 40 cm saksıya dikemedim. 30 cm saksıda olanlar da var. Ama paslı çivi batırmayı ihmal etmedim! Tabii biraz da üstten boşluk bıraktım.Herhalde artık yaz, yaprak, dal, tomurcuk sayarak geçecek... (Çok küçük tomurcuklar var şimdi ama onları dijital makinayı ödünç verdiğim için çekemedim. Çiçek açtıklarında yeni fotolar yollarım yine. Bende şimdi beş fidan artı bir de kırık var. Ne yazık ki getirirken kırılmıştı biri; ama ondan da umutluyum!)

Herkese bu zevkli uğraşta kolaylıklar dilerim."

Haziran 23, 2006

BİZ DE O ZAMAN BÖYLE BOĞAZLARIZ!

Zeynep'in -kendi deyimiyle- "ZihniSinir proce"sine, bayılmamak mümkün değil. Oradaki gibi "bitki geliştikçe saksıyı uzatarak işe devam etme" esprisi doğayı eve taşımanın tekniklerinden biri olarak gayet mantıklı... Yeni dikim yapanlar o çizimlerden esinlenebilirler. Ya da büyük bir saksıya dikim yapıp, bitki boylandıktan sonra en az iki kez daha gövdeyi toprakla doldurmak gerekeceğini düşünüp, "pay bırakabilirler". Bütün bu çözümleri M.Varol'un şu "boğazlama" meselesinden sonra düşünmeye başladık. Baştan bilseydik, biz de daha büyük saksı kullanır, boşluk bırakırdık! Ama ne gam? Bu resimdeki de evde ve saksıda "boğazlama" o zaman... (Sakın böyle sık aralıklarla dar kaplara dikmeyin siz yine de fidelerinizi, "zorlama" bu, başka birşey değil!)

Bütün mesele gövdeye yeniden köklenmesi için toprak sunmak ise böyle taze toprak ekleyip, etrafında piramidal tepecikler yapmak da mümkün yani...

Bu arada bu terim çoğumuzun tüylerini ürpertti. Sözcüklere takılmamak mümkün mü? Şöyle kısa bir arama motoru turuna çıkar çıkmaz, Jülide Ergüder'in, Hürriyet Agora'daki açıklamasıyla karşılaştım. Başka bazı deyimleri açıklarken "boğazlama"nın da hangi Arapça kökten geldiğinden sözetmiş. Aslında "boğaz" sözcüğü ve türevlerine, kültürümüzde ve doğal olarak dilimizde ne de çok yer açmışız... Sonra tarımla ilgili sitelere de baktım, çoğunda bu işlemden "boğaz doldurma" diye sözediyorlar. Tersine, yani fideler toprağa ilk dikileceklerinde çukur açma işine de "boğaz açma"... Herneyse, çağrışımlarına aldırmadan, fidelere şefkat göstermeye devam!

Haziran 22, 2006

MADEM TARLAMIZ, BAHÇEMİZ YOK...



o zaman biz de saksıda boğazlamak için buluşadamları derneğine başvururuz... :)

Haziran 21, 2006

TEKİRDAĞ PEMBELERİNDEN HABER -ve bir yöntem-: "BOĞAZLAMA"

P.D.A.'nın ilk duraklarından biri Tekirdağ yakınlarındaki MetinVarol çiftliğine gönderdiğimiz, "hasta Gassaylı" bahçıvan Necdet Usta'nın ektiği ve onun bakım ve gözetimine emanet edilen fidelerdi... "Sahip Bizi Tarlaya Götür" de görebileceğiniz gibi ilk ekimi de Metin Bey görüntülemişti. Şimdi 2 parti daha resim yollamış. İlk resim 10 Haziran'da çekilmiş, ikinci -grup da ondan sadece 8 gün sonrasına ait. Bu 8 gün içinde, -köklerini ne kadar isterlerse o kadar uzatabilecekleri- temiz toprağı, bol güneşi ve doğal gübreyi görünce bizimkiler... üç misli uzayıp gelişmişler! Ama Metin Varol, bu gelişmenin durup dururken değil, pembeleri teker teker hem de kendi eliyle "boğazladığı" için olduğunu iftiharla vurgulayınca ben de vurgun yemiş gibi oldum. "O da ne şimdi?" deyince açıkladı... Şimdi Necdet Ustanın yaptığına dikkatli bakın. Fidenin etrafında çapayla bir çukur açar gibi yapıyor. (Resimlerin üzerine tıklarsanız, büyükleri açılacak, daha net görünüyor o zaman.) Metin Bey de sonra gelip, o çukurdan çıkan toprakları "kendi elleriyle!" fidenin en 15-20 cm'i bulmuş olan "gövdesi"ne doğru toplayıp, gövdenin etrafında konik bir yığın haline getiriyor, böylece onu, yaprakların ilk çıktığı dallara kadar toprağın içine iyice saklıyor. İşte buna da "boğazlama" deniyormuş. Demek ki bu Trakya yöresine has bir deyim bu. Diğer kaynaklarda bu deyime pek rastlamadım. Yoksa heryerde aynı mı? Bilemiyorum. "Yorum"lara yazarlarsa öğreniriz.
Sonra sulamayı da doğrudan fidenin etrafındaki o dairesel çukura yapıyorlar. Kat'iyen üstten su verilemeyecek. Yapraklar, çiçekler, gövdeyi saklayan o "boğaz" yada piramidal toprak yığını, her neyse, asla ıslanmayacak! Arıkan'ların İznik'te diktikleri pembelerinki gibi damla sulama olacak ya da... Hakikaten, onlardan hala ses yok. Neredesiniz eski üyeler? Resimleri bekliyoruz!

Haziran 18, 2006

PDA - "USUL HAKKINDA"!

Pembe Domates Ağı'na katılmak için kimi dostlar, "ağa katılmayı düşünmeyen ama bu sitedeki her içerik yenilenmesinden haberdar olmak isteyenler" için kullandığım en alttaki kutuya adres bırakmış (Bloglet). Bu biçimde onlar bizim kendi aramızdaki iletişimden haberdar olamıyorlardı. Bu yüzden katılmak istediklerinden emin olduğum dört beş kişiyi bugün ben listeye dahil ettim. PDA İletişim Ağı için http://groups.yahoo.com/group/pembedomates/ adresindeki listeye üye olmak yeterli oysa. Diğerinin bununla ilgisi yok. Bir ileteyim istedim...

KİBARLARA KİBAR BAKIM

Sevgili yeğenim, aşağıdaki kaydında, pembelerine uyguladığı bakımdan sözetmiş... Burada da fidelerini yeni dikenler için ipuçları var. Fideler size gelene kadar hallice boy atmış ise toprağa yerleştirirken soldaki resimde ve "B" deki gibi yapabilirsiniz. Biz hiç böylesini denemedik, hep "A" daki gibiydi bizimkilerin boyu dikerken, ama mantıklı görünüyor önerilen...

Bbüyümüş "kibarları" kibarca "ipe alma" resmi! Doğal rafya tercih edilmeli, ipler gevşek tutulmalı (Arşiv'de "Mayıs" girdilerinde bu konuda bol ayrıntı var)...

Küçük sürgünler de böyle budanıyor.
BBC, bitki bakımı sitesinde baş ve işaret parmağı ile yavaşça koparılmalarını tavsiye etmiş:
Bunu yaparken ellerin iyice yıkanması ya da eldiven giyilmiş olması gerekiyor.

Çünkü "kibarlar" hemen virüs kapıyormuş.
Kıvrılma, bükülme, sararma, eğilme... fidelerin "virüslendiği"nin belirtileri imiş. Tütün ve türevleri de bu bağlamda risk kaynakları arasında sayılıyor...

Bunlarla doğal yoldan mücadele yöntemleri ise bir sonraki postada olacak!
Posted by Picasa

Haziran 17, 2006

NE KADAR KİBAR BİR BİTKİ TÜRÜYMÜŞ BU PEMBELER!


Boy attılar, serpildiler, cücüklerini temizledik, diplerdeki fazla yapraklarını da aldık, çiçek açtılar... ve bu çiçekler boyunları öne eğik, mahçup mahçup iki haftadır duruyorlar... biraz daha büyük saksılara taşındılar, sağnak yağmur sularını yuttular, yine gıkları çıkmadı... o kadar kibar, o kadar terbiyeli, adeta güngörmüş bir halleri var ki... sanki dersiniz iyice sabırsızlandığımızın, hergün işe giderken ve işten dönerken yanlarına koşup bir değişiklik var mı diye baktığımızın farkındalar... ama tüm bunlara aldırmadan ve hiç sorun çıkarmadan öylece pemdomlaşmayı bekliyorlar... tık tık tık, nazar değmesin...
P.S. Bu arada iki adet fide Acıbadem'deki bir balkona transfer oldu...

Haziran 16, 2006

PEMBE FİDE ARAYANLARA

Bu sabah ÇEKÜL Çanakkale Temsilcimizin eşi Sayın Emine Erten, köy pazarından bir miktar pembe domates fidesi bulup aldı. "Yeter ki meraklı dostlar domateslerine kavuşsunlar, ben onları güzelce topraklayıp yollayacağım" diyor sağolsun... Şimdi onu da daha fazla yormamak için lütfen bana adres bilgilerinizi yazınız ki bir an önce fideleri size iletelim. Ayrıca Mine Özgür de -yanda linkli- elinde bol fide olduğunu ve isteyenlere göndermekte olduğunu bildirdi. Demek ki "fide krizi"ne bitti gözüyle bakabiliriz artık... Bu arada süslü plastik saksılardan vazgeçip kocaman tenekeler edinmeye bakın. Organik toprak ya da temiz doğal toprak ile doldurun... fideler gelince hazır olsun... :)

Haziran 15, 2006

BAFRA'LI ÇİFTÇİDEN 2100 YIL ÖNCESİNE UZANAN ZİNCİR...

"Ekinleri ne sevindirir, toprak hangi yıldızda alt üst edilir,
hangi yıldızda asmalar karaağaçlara sarılır,
sığırlar nasıl bir bakım ister, koyunlar nasıl,
nasıl yetiştirilir tutumlu arılar,
işte şiirime bunlarla başlayacağım, Maecenas!"

* * *
"Ya ne demeli, tohumları saçıp toprağıyla göğüs göğüse çarpışan
kısır toprağın tepeciklerini dümdüz edip de
derelere, çaylara hakim olan ve onları tarlasına yönelten çiftçiye?


KAYNAK: M.Ö. 70-19 yılları arasında yaşamış Roma'lı şair Publius Vergilius Maro'nun M.Ö. 30 yılında yazdığı "Georgica" şiiri.

Prof. Dr. Çiğdem Dürüşken'in Türkçe'ye "Çiftçilik Sanatı" başlığıyla çevirdiği bu kitap, 2006 yılında evde ya da bahçede pembe domates yetiştirmeye çalışanlar için bile önemli teknikler ve ipuçları içeriyor. Vergilius'un yapıtına başlarken seslendiği "Maecenas" da Sezar'ın siyasal anlamda en güvendiği danışmanı ve kültür elçisi imiş. Şair bu zahmete niye mi girmiş? "Latin ruhu"nun en önemli iki ögesinden biri olan "tarım"ın (öteki de askerlikmiş) unutulmaması, bir devlet politikası olarak dikkate alınmasını sağlamak için. Çok heyecan verici bir yöntem değil mi yönetim politikasında söz sahibi olmak için şiir yazmak? Üstelik aynı anda tarımsal kültürü yaşatıp, işlevsel bilgiler de vermek?

Dün akşam Konyarlar'la birlikte idik. Gündemin önemli bölümünü pembeler kapladı doğal olarak! Bunların toprakta "kalsiyum" sevdikleri konuşuluyordu bir ara. Rasim, civarda bol miktarda kum midyesi kabuğu bulunduğundan, onları fideleri ektiği toprağın üstüne serpeceğinden sözetti.

Ya Vergilius'un bundan ikibin küsür yıl önceki tavsiyesine ne demeli? (Aynı kitap sayfa 33:)

"Tarlana hangi ağaç fidesi ekersen, ek bir de
zengin gübre serp mutlaka, unutma bol toprakla örtmeyi de,
gözenekli taşları ya da sert midye kabuklarını göm içine;
aralarından su sızacak böylece, incecik buharlar süzülecek derinlere,
ve sürgünler boy atacak içe içe..."

"İçgüdüsel" organik tarım yapan ve toprağı sütle sulayan Bafralı çiftçiyi, Romalı şair Vergilius'u -ki bir çiftçi çocuğuymuş- ve kentsoylu heykeltraş Rasim'i yaratıcı ve üretken kılan bu kültür, şimdi elle tutulur mu tutulmaz mı? Korunur mu korunmaz mı? Kalk Raci hoca kalk, kalk da sen ver cevabı, ben içinden çıkamıyorum bu rastlantıların artık. Daha fide bulacağız yeni üyelerimize... Allahtan buralarda "bahar uzadı" Hümeyra'nın yorumuyla. Hala vaktimiz var balkonlarda denemeler yapmaya...
****************
EK:

26 Ocak 2009

Yukardaki içeriği gireli 3 yıl olmuş... Bu sabah bu web günlüğü ile ilgili istatistiklere bakarken bir bağlantı dikkatimi çekti. Prof. Dürüşken'in de bir web günlüğü var. Bu kitap ile ilgili içeriğe bizim yukardakini de "Bir Yorum" başlığıyla eklemişler.
Ben de onu bu web günlüğüne tekrar eklemek istedim. Ama yeni bir içerikle değil de bunun altına! Pentimento gibi oldu böylece!

BAFRA'DAN BIR "ORGANIK" YONTEM:

Milliyet'ten: Sebzeleri 'sutle' suluyor...

Haziran 13, 2006

ŞU SIRA "KÖKLENDİRME" DE MÜMKÜN...

Bugüne kadar burada hep çekirdekten fide yapma, fideden de "esas pembe"ye alınacak yolu konuştuk. Bu sabah, büyümekte olanlardan kesilen dalların, köklenmesi için suda birkaç gün bekletildikten sonra dikildiğini ve böylece çoğala çoğala yola devamın da mümkün olduğunu gördüm. Bu durumda şu anda fidesi olanlar, olmayanlara bu yolla yardımcı olabilir belki. Ya da tersi! ;)
Bu "fide edinme" konusunda dün bir "toplu yanıt" yolladım gruba. Ayrıca Anadolu'nun 7 bölgesindeki ÇEKÜL Temsilcilerine de "haber salındı". Bugünlerde sizlere yeni kaynakların haberini iletmeyi umuyorum.

Kaynak:
Orlando'lu "video oyunları yazılımcısı" -nereden nereye değil mi?- Maggie Wang'ın pembe domates yetiştirme fotoğraf albumü. Resme tıklarsanız bu serüvenin devamını da görebilirsiniz...


Bu arada geçen gün Flickr.com da gördüğüm bir "mini-sera"yı da paylaşmadan edemiyorum şimdi:
"Icoyoto" adıyla resimlerini yüklemiş olan bu arkadaş fidesi 15 cm. kadar olduğunda bahçeye ekmiş. Etrafındaki toprağın üzerini nem kaybolmasın diye talaş, saman, yaprak v.b. kırpıntıyla iyice örtmüş (ki buna bu işin terminolojisinde "mulch", "mulching" diyorlar, "bitkisel yastık" anlamına geliyor, hiçbirşey yoksa "gazete kağıdı" da bu anlamda çok işlevsel olurmuş). Sonra da hızını alamamış, fidenin çevresinde içi su dolu 2 litrelik şişelerden oluşan bir mini-sera yapmış...

Not: Siz de pembelerinizin gelişim aşamalarını ve kullandığınız teknikleri dijital kamera ile görüntülüyorsunuz değil mi? :)

Haziran 12, 2006

OREGON'DA "TÜRK PEMBELERİ" yeni KAYNAKLAR

Dünden beri içime dert oldu. "Batılı kaynaklarda Türk pembelerine dair hayli bilgi var da ben mi göremedim acaba?" diye. İyice kazınca bakın ne çıktı! "Victory Tohumculuk" şirketi web sitesinde Türk pembelerinden bahis var! Oregon'dan (abd) bahçıvan Melvin yollamış "Özel Türk pembesi" adını verdikleri bu pembe domates tohumlarını şirkete. Melvin'e de 1972 yılında dostları vermişmiş. Dostları kim miymiş? Türkiye'de "Barış Gücü"nde hizmet ederken pembe domates türlerinden tohum toplayanlar... Bizim çocukluğumuzda "Barış Gönüllüleri" diye Anadolu'da gezinip duran birtakım tipler vardı. Ne iş yaptıklarından tam olarak kimsenin emin olmadığı. Bunlar onlar olmasın sakın?

"Special Turkish"
75 days, indeterminate — A very good tasting, meaty, large (thirteen to seventeen ounce), oblate-shaped, pink slicing tomato. Sent to us by an Oregon gardener, Melvin Christensen, who was given seeds in 1972 from a co-worker who had received them from friends some years prior. These friends had collected the variety in Turkey while serving in the Peace Corps.



Bu arada bugün gelen ve yeni fide kaynakları bildiren e-postalardan birini de paylaşalım:

Milliyet'teki söyleşiyi biraz sevinerek, biraz da şaşırarak okudum. Zira yaklaşık iki yıldır uğraştığım pembe domateslerin hafif şekerli tadlarını başkaca sevenler olduğu hem de evde yetiştirdikleri hiç aklıma gelmezdi.Yararlı olabilir düşüncesiyle bir kaç şeyi aktarmak isterim.domatesleri iki yıl kadar önce Ayvalık-Cunda adasında kaldığım Otel Basel'in bahçesinde buldum. Tadları, renkleri ve ince kabuğu dikkatimi çekince, bunun çok bilinmeyen yerli bir tür olabileceği düşüncesi ile bir kaç tanesinin çekirdeklerini aldım. Geçen yıl Ankara'da denemesini yaptık. Ancak, açık arazide iklim biraz sert ve su az olunca minyatür vaziyette kaldılar. Şehir içinde evinin bahçesinde yetiştiren bir arkadaşım ise oldukça iyi sonuçlar aldı. Takiben, geçen yıl Antalya'dan Ankaraya dönerken Burdur civarında bir yol kenarı köy pazarında da buldum ve hepsinden fide yaptım bakalım sonuçlar nasıl olacak.Kabuğunun ince ve etli, dokusunun kırılgan olması sebebi ile sizin de dediğiniz gibi ticari anlamda üretim ve satış için kullanılamıyor. Yine kabuk özelliği nedeniyle gece gündüz sıcaklık farkının az olduğu ve biraz da nemli iklimlerde daha gürbüz ve mutlu oluyor. Balkonda yetiştirenler için bulabilirlerse az miktarda, yanmış koyun veya inek gübresini öneririm.
Saygılarımla
Gökhan Elmacıoğlu
http://www.bonsaim.com/

Haziran 11, 2006

TÜRKİYE'DE YETİŞMEZ OLUR MU! (MİLLİYET HABERİNE İLİŞKİN AÇIKLAMA)

Yaprak Aras, bugünkü Milliyet'te "Pembe domatesler şehre yayılıyor" başlığıyla yayınlanan röportajında ağımızı duyurup, tüm ülkeye çağrıda bulundu. Kendisine ve onun da bu girişimden haberdar olmasını sağlayan Pembe Hanım'a teşekkür ediyoruz. Yalnız, şu paragrafı yanlış anlayanlar oldu:

Bu günce ne kadar devam edecek, hedefleriniz neler?

***Pembe domatesler az bulunuyor ve türü yok olmaya yüz tutmuş grubun içinde yer alıyor. Anavatanı Amerika olarak görülüyor. Rusya, Bulgaristan ve kimi Akdeniz ülkelerinde de yetiştiğinden söz ediliyor ama henüz Türkiye'de yetiştiğine dair bir kaynağa rastlamadım. Biraz kanıma dokunmadı değil bu durum. Ama "pembe domatesler" benden sorulsun istemiyorum; bu büyük bir sorumluluk ve zaman gerektiren bir şey. Ama korkarım Türkiye'de de olduğu bilinsin diye bu kütüğün İngilizce versiyonunu da yapacağım. Ondan sonrasını henüz planlamadım. "PDA" yani "pembe domates ağı"nı belki uluslararası bir projeye dönüştürürüz, bilemiyorum... Zaman gösterecek. ***

Yukarıda "bold" yazdığım kısmı, "Türkiye'de yetişmiyor" demişim gibi algılayanlar olmuş. Kimileri telefon edip, "Akçay pazarında var, Balıkesir'de var, Antalya'da var" gibisinden adres bile verdiler. Tijen İnaltong da buraya yorum yazıp açıklama yapmış. Sağolsunlar. Ama benim o cümleden kasdım, "Internet'teki İngilizce kaynaklarda Türkiye'de yetiştiğine dair kayda" rastlamadığım idi. İlk röportaj sonradan kısaltılmış doğal olarak. Oysa -Yaprak Aras ile son hali e-posta yoluyla tamamlanan iletişimimizdeki- cümle şöyleydi:

***Internet’teki pembe domates kaynaklarını araştırırken Türkçeye “evladiyelik” diye çevirebileceğimiz “heirloom” sözcüğüyle karşılaştım. Bunu türü yokolmaya yüz tutmuş, az bulunan domatesler için kullanıyorlar. Pembe domatesler de bu grupta. Ana vatanı Amerika olarak görülüyor webdeki kaynaklarda pembe domatesin. Rusya’da, Bulgaristan’da ve kimi Akdeniz ülkelerinde yetiştiğinden sözediliyor. Şu ana kadar Türkiye’de de yetiştiğinden sözeden bir kaynağa rastlamadım daha. Eh, biraz kanıma dokunmadı değil bu durum. ***

Zaten bu yüzden bu sitenin İngilizcesini de yapmayı düşündüğümü söylemiştim...
Her neyse, merak edenler için, ağdakilerin çoğunun görüşlerini de içeren -daha uzun- metni şuraya yükledim:
http://groups.yahoo.com/group/pembedomates/files/
Sevgiler...

Haziran 10, 2006

"APARTMAN ÇOCUKLARI" YA DA ÇETİN ALTAN'IN "SIĞ DENİZLERDEKİ KÜÇÜK KAYIKLARI"

"Apartman çocuğu" ya bunlar, sanmayin ki hepsi aynıdır! Apartman çocuğundan, apartman çocuğuna fark var! Aynı apartman içinde yaşayan ama "daha özgür bırakılanlar"la "üzerine titrenip, evden dışarı bırakılmayan"lar arasındaki fark gibi mesela. Demek istediğim, "aman egzos solumasın, aman börtü böceğe hedef olmasın" diye "sokağa çıkarılmayıp, içerde büyütülenler" hiç de öyle sağlıklı gelişemeyebiliyorlar! Çünkü sonuç "tecrübeyle sabit"!
Yukardaki, bizim trafiğe açık ön balkona dikilenlerden ilki. Gördüğünüz gibi ilk tomurcuklarla yetinmemiş, artık çiçeklenmeye başlamış... Bu resim ise "korumalı arka balkondakiler"e bile olmayıp, ön balkona paralel, hemen hemen aynı zamanlarda güneş gören ama onu açık havada değil, evin içinden, camın arkasından gören iki saksıdan birine ait... Oysa bunların hepsi aynı gün dikilmişti. O gün (13 Mayıs 2006), hepsi, "dökme kurşun askerler" gibiydi... Bir ay sonra, şimdi, aradaki fark ne kadar da büyük! "Tehlike göze aldırılanlar"a herşey vız gelmiş, sarı sarı yapraklı çiçekler açıp, ilk ürünleri oluşturmaya başlamışlar. Korunanlar ise "kerhen" tomurcuklanmışlar...
Gerçi açık havadakine kılıf geçirdik filan ama kocaman delikleri var yine de o kılıfın. Yani o deliklerden içeriye, değil domatesin baş düşmanı, milimetrik beyaz ve kırmızı örümcekler, keyfi istese, semiz çekirgeler bile girebilirdi. Nerede kaldı toz, is, pis... Gelin de tam şimdi burada, Çetin Altan'ın o muhteşem metaforunu, o "sığ kıyılardan ayrılmaması gereken küçük kayıklar" ile "açık deniz tekneleri" ikilemini hatırlamayın bakalım. Kolaysa!

Haziran 09, 2006

PDA-ŞİLE / KONYAR'LARIN PEMBELERİ...


"Pembe domatesler ile birlikte büyüyecek bu zincir, bizi pek çok nedenle heyecanlandırıyor. Domatesler sayesinde Turkiye'den dünyanın hangi köşesine ne kadar farklı sesler taşınacak kimbilir... Türkiye'nin ve aydın Türk insanının tanıtımına ne renkli bir katkı! Bunun da ötesinde, gittikçe kararan bu ülkede, pembe bir şemsiyenin altında, toprakla gelişen bir gücün parçası olduğunu bilmek insana umut veriyor...


Hümeyra ve Rasim KONYAR”

Hümeyra ve Rasim Konyar, Şile'de, tertemiz bir toprağa ektikleri pembelere ne kadar şefkatle bakıyorlar değil mi? Aşağıdaki resimde de onlardan birine "zoom" yapmışlar.

Ben de en az onlar kadar heyecan yaşıyorum PDA Şile bölümü için. Nedenini açıklayayım. "Denekler" vardı ya "Denekler" hani işin başlangıcında. Çöpe atmaya kıyılamayıp, rastgele bir tepsiye dikilerek "Darwinist" bir tavırla "ne olacakları" beklenen (Şu sağdaki küçük resimde siyah tepsidekiler)... İşte onlar yaşam sınavlarının ilkini başarıyla geçtiler, varoşlarda büyümeye mahkum edildiklerine hiç gocunmayıp, "biz devam ediyoruz" dediler ve "kendi çaplarında sağlam" bir biçimde boy attılar. Hiç olmayabilirlerdi de bu hayatta. Onları da Şile'ye göndermek fikri içimi çok rahatlattı. Rasim son kalan fideleri almak üzere bize geldiğinde, "gelişkin" kardeşleri teker teker kutuya konarken, onlar da topluca aynı kutuya kondular. Egzoslu İstanbul'dan kaçıp, Şile'de toprakla buluştular. Bir başka deyişle şimdi artık onlar da "aristokrat" oldu. Bundan sonrası çok daha kolay. Hem ilgi, hem bilgi, hem sevgiyle büyütülecekler orada.

PDA- Cemile USTANIN PEMBELERİ

Pembe Domates Ağı'ndan Cemile Usta dün akşam yollamış:

"İstanbul'da yaşıyorum. Pembe Candaner'in yazısı ile haberdar oldum pembedomates grubundan. Pembe domatesi çocukluğumdan biliyordum; İnegöl'de yaşayan annem, haftanın belirli günlerinde kurulan köypazarında, özellikle pembe domates bulmaya çalışırdı. Pembe domates, o kadar lezzetliydi ki... mis gibi de kokusu vardı. İstanbul'da geçen sene balkonu biraz daha büyük bir eve taşındığımda, Eminönü'ne gidip domates-biber tohumu alıp onları balkonuma ekmiştim. Tohumdan çıkışını, büyümesini izlemek, yapraklarını koklamak, çiçek açtığını, çiçeklerin dökülüp domatese dönüştüğünü, kızarmaya başlamasını seyretmek, fotoğraflamak ve paylaşmak çok hoştu. Gazetedeki yazı üzerine Avniye Hanım'a kendimi tanıtan ve bu serüvene katılmak istediğimi bildiren bir mesaj yazdım.
31 Mayıs gecesi, biri boylu-poslu, ikisi minyon toplam üç fidem oldu. Böylece Haziran'a bir yenilikle girmiş oldum. Küçüklerden birini, karşı dairede oturan komşum Lale Hanım Teyze'ye, diğerini de hafta sonu anneme verdim. Boylu-poslu olanı ise, kendime ayırdım ve balkonumdaki en büyük saksıya diktim, dibine de doğal gübre ve fundalık toprağı ilave ettim. Bu akşam pembedomates fidem 20 cm boyunda, fotoğrafını burada görebilirsiniz. Aslında ayrı bir saksıya diksem daha iyi olacak galiba. Umarım bu pembedomates hareketi her geçen yıl yeni katılımcılar ile büyür ve İstanbul gibi büyük kentlerde yaşayan bizler bu lezzeti hayatımızın bir parçası haline getiririz.
Sevgi ve saygılar - Cemile Usta"


Evet Cemile Hanım, bir an önce ayrı bir saksıya dikmeniz çok iyi olacak. Çünkü bunlar tarlaya bile dikilirken en az 30-40 cm. ara istiyorlar ve kökleri sürekli büyüyor. Lale Hanım teyzeniz ve annenizdekilerin havadisini de bekliyoruz. Sevgiyle. A.T.